TARIMA STRATEJİK YAKLAŞIM

Analiz 14.03.2019, 01:09
TARIMA STRATEJİK YAKLAŞIM

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Türk halkına ve özellikle de tarım sektörünün akademik ve ekonomik hayatına mâl olmuş; temel felsefesi, vizyonu ve kalkınma programı olan bir “tarım politikası”ndan maalesef söz edilemiyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında tercih edilen kapalı ekonomi modeli; tarımda kendi kendine yetmeye çalışan, rekabete açık olmayan ve bir türlü modernize olamayan bir süreç yaşanmasına sebep olmuştur. Sonraları Türk tarımında daha çok Avrupa Birliği, Dünya Tarım Örgütü ve hatta son 15 yıla kadar IMF gibi küresel etkiler altında mücadele verilerek liberal ve yarı geçirgen bir tarım politikası takip edilmiş olup izlenen bu yollar, potansiyeline oranla paydaşlarını yeterince memnun edemeden günümüze kadar gelmiştir. Son açıklanan “Millî Tarım Projesi” de köklü bir tarım politikasından çok, daha önce “Makro Havzalar Modeli” açılımının bir versiyonu niteliğindedir. Türkiye’nin en kısa zamanda felsefesi, vizyonu, kalkınma planı ve programı olan reform niteliğinde köklü bir tarım politikasına ve stratejik bir yol haritasına ihtiyacı vardır. Yani, dışa bağımlı kaynaklarda rasyonel ve rekabetçi olan “geleneksel tarım”a ve doğal/ yerli kaynaklarda millî ve destekleyici konumda bulunan “fonksiyonel tarım”a gereksinim duyulmaktadır.

Geleneksel Tarım

İnsanoğlunun hayvansal ve bitkisel olmak üzere iki besi kaynağı vardır. Sağlıklı nesiller için bu kaynakları en doğru şekilde yetiştirmek gerekmektedir. Bu nedenle bizler de toprağı, bitkiyi ve hayvansal kaynakları bir sonraki nesillere bozmadan devretmeliyiz. Dünyanın köye dönüştüğü çağımızda, küresel gelişmelerden ve bunların tarım ekonomisine sağladığı olumlu katkılardan yararlanmamak mümkün değildir. Ancak bu imkânları, yerel ve nitelikli doğal değerleri feda etmeden kullanmak gerekmektedir. Aksi hâlde büyük bir doğal ve yerel değer kaybı yaşanacak, biyoçeşitlilik zarar görecek ve doğal ekosistem olumsuz yönde etkilenecektir.

Geleneksel tarım, Tarım ve Orman Bakanlığının daha önce çalışmış olduğu Makro Havzalar Modeli’nde belirtildiği gibi büyük ölçekli tarım ekonomisine dayalı, aynı zamanda tohum ve embriyo açısından teknolojik olarak geliştirilmiş kaynaklarla geniş arazilerde yapılan büyük ölçekli tarımı tanımlamaktadır. Buğday, mısır, ayçiçeği ve pamuk gibi endüstriyel bitkilerin üretimi; ayrıca Angus ve Holstein gibi et ve süt hayvancılığı da bu sahada sınıflandırılmaktadır. Geleneksel tarımda en önemli adım, Türkiye için stratejik olan bitkisel ve hayvansal ürünlerde yıllık asgari stok seviyesinin belirlenmesi olacaktır. Kısa vadede, asgari stok için gerekli ürünlerin ne kadarının yerli üreticilerle üretilebileceği konusunda taahhüt alınmalı, karşılanamayan ihtiyaçlar için de ithal ürünlere izin verilmelidir. Uzun vadede ise bu kaynakların Türkiye’nin tarım potansiyeli ve imkânlarına göre değerlendirilmesi ve bu yönde yapılan ithalatın ihracata dönüştürülmesi hede enmelidir. Bu açıdan Türkiye’nin Afrika Açılımı doğrultusunda bölgede gerçekleştireceği tarım faaliyetleri; Türkiye’nin arazi yapısı ve iklim şartlarının yeterli olmadığı durumlarda yapılan ithalat dolayısıyla dışarıya giden dövizin, oradaki doğal kaynakların kullanımıyla tekrar Türkiye’ye dönmesini sağlayacaktır. Bu nedenle özellikle Sudan ile yürütülen Tigem Projesi hızlı bir şekilde uygulamaya alınmalı ve Türkiye için stratejik önemi olan ürünler burada üretilmeye başlanmalıdır. Böylelikle bu proje kapsamında tahsil edilen ürünler, direkt Sudan veya Türkiye üzerinden küresel pazara ulaştırılabilecek ve buradan yıllık 10 milyar dolar civarında gelir elde edilebilecektir. Projenin başarılı olması hâlinde bu modelin Etiyopya ve Kenya gibi diğer Afrika ülkelerinde de uygulanmasıyla Türkiye’nin hede ediği tarım ekonomisine ulaşması mümkün hâle gelecektir. Ayrıca bu sahaya, GAP ve EUROGAP gibi serti kalı tarım prosesleri ile yatırım yapılarak uluslararası ticarette kolay dolaşım imkânı olan üretimlere teşvikler de verilmelidir.

Fonksiyonel Tarım

Fonksiyonel tarım; “organik tarım”, “doğal tarım” ve “helal gıda” olmak üzere üç madde olarak sınılandırılmıştır. Bunlar arasında küresel çapta geliştirilen en masum yöntem, “organik tarım” modelidir. Geleneksel tarım uygulamaları nedeniyle kirlenen ve hor kullanılan toprak, doğa ve insanlığı tehdit eder hâle gelince bu vahşi gidişatın frenine organik tarımla basılmak zorunda kalınmıştır. Ancak bu yöntemin iki zayıf yönü bulunmaktadır: Bu modelin “başlangıç materyalleri” olan doğal tohum ve embriyonun az bulunması ve bu modelde kullanılan gübre ve pestisit gibi “besleyici ve koruyucu girdiler”in kısıtlı oluşu. Bir hibrit tohumu üretmek için milyon dolar değerinde yatırım yapmak gerekir. Oysa Türkiye’de 4 binden fazla doğal tohum çeşidi bulunmaktadır. Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde hâlihazırda tohum bankaları mevcuttur; fakat bunlar tarihî birer biyolojik arşiv niteliğinde olup tohumların ekolojik ortamda gelişmesi, korunması ve ekonomiye katkı sağlaması için yeterli değildir. Bu nedenle mutlaka doğal/organik tarım yapılarak sürdürülebilir şekilde biyoçeşitlilik sağlanmalıdır. Her biri milyon dolar değerinde olan bu doğal tohumların “coğra işaret” ile kayıt altına alınmasıyla katma değeri yüksek doğal organik ürünler, tarım ekonomisine kazandırılabilir ve böylelikle küresel pazarda daha fazla pay sahibi olunabilir. Hatta bu ürünlerin yetiştiği bölgelerde hasat dönemleri, festival gibi etkinliklerle desteklenerek gıda turizmi de geliştirilebilir ve küresel standartlara yükseltilebilir. Bu model, “Mikro Havza Modeli” özelinde planlanabilir. Örneğin; Kelkit Havzası’nda fonksiyonel tarım teşvik edilirken yeni açılacak tarım arazilerinde ve GAP’ta geleneksel tarım yapılabilir. Konya ovasında, KOP sulama projesi ve geniş arazi yapısı sayesinde geleneksel tarım planlanırken Isparta-Kayseri gibi küçük araziler ve zengin biyoçeşitliliğe sahip havzalarda ise fonksiyonel tarım yapılmalıdır. Bu hem biyoçeşitliliğn korunması hem lezzet kaybının önlenmesi hem de pazar çeşitliliğinin ve kırsal kalkınmanın sağlanması açısından çok önemli bir fırsattır.

Helal Gıda

İnsanoğlunun ilk imtihanı, gıda üzerine olmuştur. “Biz: ‘Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz.’ dedik.” (Bakara-35). Hz. Âdem ve Hz. Havva, bu tembihe uymayınca cenneti kaybetmişlerdir. Gıda bu dünya ve ahirette bir seçim aracıdır, helalinde sağlığı ve cenneti kazanmak vardır. “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” (Bakara-168) Biyoteknolojik gelişmeler, bitkisel besin kaynağının başlangıç materyali olan tohumda ve hayvansal besin kaynaklarında ise embriyoda biyolojik değişiklik yapmayı mümkün kılmaktadır. Bu durum ise Müslümanların gıda için bildiği mevcut fıkıh kurallarının yeniden yorumlanmasını gerektirmektedir. Çünkü biyolojik değişim, her türlü canlı arasında gen naklini mümkün kılmaktadır. Müslümanlarca haram hayvanlardan bismil bilinen hayvanlara veya bitkilere gen nakli yapılabilmektedir, bu da ciddi şüpheler barındırmaktadır.

Tohumda Helal Güvencesi Sağlanmalı

Dünyayı küresel kurumlar yönlendirmektedir. İnsanlar, hayatlarının büyük bir kısmını Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) veya Dünya Çevre Programı (UNEP) gibi kurumların belirlediği standartlarla idame ettirmektedir. Bu küreselleşme, bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Büyük fotoğraflar çekilirken küçük ayrıntılar gözden kaybolmaktadır. Oysa modern dünyada büyük-küçük bütün farklılıkların; kendi sembolleri ve standartları ile bu küresel sistemde yerini alma hakkı vardır.
Helal beslenme, Müslüman için bir bütündür. Beslenmeyi oluşturan bütün halkalar, aynı derecede helal olmalıdır. Bu nedenle bu halkayı tarladan ve çiftlikten öteye götürmek, tohumdan başlatmak gerekmektedir. Bunun nedeni; bizim neslimizin doğal, hibrit ve genleri değiştirilmiş tohum (GDT) olmak üzere üç tür tohum görmüş olmasıdır. Doğal tohum, herkesin bildiği ve tereddütsüz tükettiği tohumken hibrit tohum, iki farklı türden üretilmektedir. Hibrit tohumun en önemli özelliği, ekilmiş üründen bir daha tohum alınamayışıdır. Bilim adamlarını kaygılandıran bir durum da bu tohumların arazideki veya komşu tarladaki ekili doğal türlere bulaşması ve böylece ana kaynakların yozlaşma riskidir. Ayrıca çoğu konuda olduğu gibi hibrit tohumda da helallik durumunun, analitik olarak kritiği yapılmalıdır. GDT ise herhangi bir canlıdan istenen karakter geninin bir başka canlıya aktarılarak “üstün özellikli” (!) bireylerden pazara sunulan ürünlerdir. Bu konunun da özellikle Müslümanlarca tereddüt edilen yanı, haramla helalin karışabileceği ihtimalidir. Bugünün teknolojisi ile bir böcekten bitkiye, fareden veya domuzdan ineğe ya da koyuna istenen genin nakli mümkündür. Bu durumun Müslümanlar açısından oluşturduğu sorunları ortadan kaldırmanın, helal gıda standartları ile mümkün olacağını düşünmekteyiz.

Helal Gıdaya Helal Finansla Başlamak

Helal gıdaya helal nansla başlayıp tohumla, embriyoyla ve tüm yöntemle devam etmek gereklidir. Bu konu özelinde bugüne kadar çokça yayın ve tartışma yapılmış olmasına rağmen nans konusu yeterince ele alınmamış ve konunun temeli sağlam bir çözüme oturtulmamıştır. Helal gıda pazarının dünyadaki cirosunun 2 trilyon dolar civarında olduğu söylenmektedir. Türkiye’de ise 100-200 milyar dolar bir potansiyelden söz edilmektedir. Ancak böylesi hacme sahip olan helal pazarın “helal nans kaynağı”, henüz çözüme kavuşturulmamıştır. Türkiye’de faaliyet gösteren katılım bankalarının bu konuda atacağı en önemli adım; bu kaynağı bulmak, modellemek ve İslam âlemine sunmaktır.

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@