Katılım Bankalarında Likidite Riski

Likidite riskinin belirlenmesi, bankaların piyasa risklerine karşı pozisyon almalarında büyük önem taşımaktadır.

Dergi 10.11.2020, 01:23
Katılım Bankalarında Likidite Riski

Likidite riskinin belirlenmesi, bankaların piyasa risklerine karşı pozisyon almalarında büyük önem taşımaktadır.

Dünyada finansal liberalizasyonun hızlandığı 1980’li yıllardan beri bankalar, birçok şirket için önemli bir finansman sağlama kaynağı olarak görülmektedir. Dolayısıyla hem reel sektörün hem de finans sektörünün ekonomik yapı içinde istikrarlı bir şekilde faaliyetlerine devam edebilmesi için bankaların güçlü bir finansal yapıya sahip olmaları büyük önem arz etmektedir. Türkiye’de 2005 yılından beri hızla gelişmekte olan katılım bankaları da şirketlerin finansman ihtiyaçlarını karşılamada Türk bankacılık sektörü içindeki ağırlığını giderek artırmaktadır. Türkiye’de 2020 yılı ikinci çeyrek itibarıyla faaliyette bulunan beş katılım bankasının aktif toplamı 351,4 milyar TL, kredileri toplamı 214,4 milyar TL ve toplanan fonlar toplamı ise 265,5 milyar TL tutarına ulaşmıştır.

İslami bankaların maruz kaldığı riskler

Literatürde yapılan çalışmalar incelendiğinde, İslami bankaların kullandırdıkları kredilerin artmasıyla birlikte bu kurumların maruz kaldığı risklerin de giderek artmaya başladığı öngörülmektedir. Bazı çalışmalarda İslami bankaların karşılaştıkları risklerin geleneksel bankaların karşılaştıkları risklerle paralellik gösterdiği ileri sürülmektedir. Diğer taraftan yine başka bir çalışmaya göre İslami bankaların maruz kaldığı riskler, iki başlık altında toplanmaktadır. Birincisi, İslami finans prensiplerine uygun olarak geleneksel bankalara benzer yönleri açısından karşılaştıkları risklerdir. İkincisi ise İslam hukukunun ve ilkelerinin bir arada uygulanması neticesinde karşılaşılan tehlikelerdir. İslami bankaların finansal aracı olarak faaliyetlerine devam ederken maruz kaldığı risklerden birisi de likidite riskidir. Bankalar açısından likidite, yükümlülüklerin ve borçların zamanında ödenebilmesi olarak kabul edilmektedir. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na (BDDK) göre likidite riski ise genel olarak bankaların nakit giriş ve çıkışlarının doğru bir stratejiyle belirlenememesi sonucunda likidite sıkışıklığı ve ödeme güçlüğü durumuna düşmeleri olarak tanımlanmaktadır.

Likidite kavramı ve alt başlıkları

Likidite kavramı; merkez bankası likiditesi, fonlama likiditesi ve piyasa likiditesi olmak üzere temel olarak üç başlık altında incelenmektedir. Merkez bankası likiditesi, finansal sistemin ihtiyaç duyduğu likiditenin merkez bankası kaynakları tarafından karşılanarak ekonomik sisteme aktarılmasıdır. Fonlama likiditesi, bankaların nakit giriş ve çıkışlarını planlaması neticesinde yükümlülüklerini zamanında yerine getirebilmesini ifade etmektedir. Piyasa likiditesi ise varlıkların, fiyatı en az etkileyeceği şekilde en düşük maliyetle alınıp satılmasını ifade etmektedir. Piyasa likiditesindeki ani azalmalar, para politikası araçlarının kullanılmasında kısıtlama oluşturabilmekte ve azalan likiditeden dolayı varlıkların fiyatlarındaki olası değişimler kur, faiz ve enflasyon beklentileri gibi temel göstergelerde belirsizliklere sebep olabilmektedir. Bundan dolayı, merkez bankalarının uyguladıkları likidite politikaları finansal istikrar bakımından büyük öneme sahiptir.

Likidite riskine yönelik standartlar

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 2008 yılında başlayıp daha sonra dünyanın büyük bir kısmını etkileyen küresel finans krizine kadar, Uluslararası Ödemeler Bankası (Bank of International Settlements-BIS) tarafından likidite riskine pek önem verilmemiştir. Krizin başlamasından sonra Basel Komitesi (Basel Committee on Banking Supervision) tarafından 2008 yılında likidite riski yönetiminin temel ilkeleri belirlenmiştir. BIS tarafından belirlenen bu kriterler çerçevesinde, Basel III uzlaşısında likidite riskine yönelik standartlar getirilmiştir. Basel III uzlaşısında belirlenen temel likidite riski karşılama oranı, bankaların belirli stres senaryolarına karşı bir ay boyunca varlıklarını sürdürebilmeleri için gerekli likit varlıklara sahip olması olarak tanımlanmaktadır. Net istikrar fonlama oranı ise bankaların uzun dönemde fonlamasını istikrarlı kaynaklardan sağlaması olarak ifade edilmektedir. BDDK tarafından 2016 yılında ilan edilen Likidite Riskinin Yönetimine İlişkin Rehber ile likidite riski hesaplanması ve yönetimi belli bir çerçeveye bağlanmıştır. Bu çerçevede likidite riskinin hesaplanması, bankaların üst yönetimlerinin herhangi bir zamanda bankanın maruz kalabileceği likidite riski tahminine sahip olmalarını sağlamaktadır. Likidite riskinin belirlenmesi aynı zamanda bankaların risk toleranslarıyla uyumlu fon çeşitlerinin belirlenmesinde ve bankaların piyasa risklerine karşı pozisyon almalarında büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle geleneksel veya İslami banka olması fark etmeksizin likidite riski yönetimi, tüm bankalar açısından risk yönetiminin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.

Literatür taraması

Literatürde, geleneksel ve İslami bankaların likidite riski yönetimiyle ilgili olarak yapılmış çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmaların; ayrı ayrı geleneksel bankalar ve İslami bankaları incelemekle birlikte, bazı ülkelerdeki (Malezya, Pakistan, Suudi Arabistan, Ürdün gibi) geleneksel ve İslami bankaların likidite riski yönetiminin karşılaştırılması şeklinde yapıldığı da görülmektedir.

Çalışmalar, likidite riskini farklı yöntemlerle ölçmektedir. Finansman açığının toplam varlıklara oranı, toplam mevduatların toplam varlıklar içindeki payı, nakit ve nakit benzeri varlıkların toplam varlıklar içindeki payı ya da toplam borçlara oranı likidite riskinin ölçüsü olarak kullanılan değişkenlerden bazılarıdır. Likidite riskini etkileyen faktörler olarak ise takipteki kredilerin toplam krediler içindeki payı, özsermaye kârlılığı, aktif kârlılığı, sermaye yeterlilik rasyosu, banka büyüklüğü ve net çalışma sermayesi değişkenleri sıklıkla kullanılmaktadır. standartları, likidite karşılama oranı (liquidity coverage ratio-LCR) ve net istikrarlı fonlama oranıdır (the net stable founding ratio-NSFR). Likidite 1980’li yıllardan sonra hızla büyümeye başlayan İslami bankacılık sistemi sadece İslam devletlerinde değil, İslam ülkeleri dışında da kullanılmaya başlanmıştır. İslami bankacılık sistemi bu kadar hızlı büyümesine rağmen, birçok ülkede İslami bankaların halen büyüklük olarak geleneksel bankaların gerisinde yer aldığı görülmektedir. İslami bankaların büyümeleriyle birlikte, bu bankaların maruz kaldıkları likidite riski de doğru orantılı olarak artmaktadır.

Araştırmacılar, banka büyüklüğüyle likidite riski arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğunu göstermekte ve dolayısıyla İslami bankaların büyümesiyle birlikte likidite risklerinin de arttığını ileri sürmektedir. Finansal krizler, bankaların borçlarını ödeyememesine ve iflas durumuna düşmesine neden olabilmektedir. Bundan dolayı likidite yönetimi, bankaların aktif-pasif yönetimi içerisinde yer alan önemli bir unsurdur. Yapılan bir çalışmada likidite riskinin nakit akım yöntemiyle optimize edilebileceği öne sürülmüş, yine nakit akım yöntemi içinse kısa dönemde ölçek ekonomilerinde stok ve tahvil seçimlerinin önemli finansal araçlar olduğu belirtilmiştir. Kimi uzmanlara göre likidite riski yönetiminde en önemli olgu, bankaların küresel finansal piyasalara entegrasyonudur. Bir diğer düşünceye göre de likidite riskinin yeterli nakit rezervinin korunarak, mevduat tabanının genişletilerek, likidite açığı ve takipteki kredilerin payının azaltılarak düşürülebileceğini belirtmektedir.

Türkiye’de faaliyette bulunan katılım bankalarının likidite riski

Türkiye Katılım Bankaları Birliği, likidite riskinin ölçülmesinde temel olarak likit aktiflerin toplam aktifler içerisindeki payı ve likit aktiflerin kısa vadeli yükümlülüklere oranı rasyolarını kullanılmaktadır. Grafik 1’de Türk bankacılık sektöründe geleneksel bankalikit aktiflerinin kısa vadeli yükümlüklerine oranı gösterilmiştir. Özellikle 2010 yılı ve öncesinde Türkiye’deki katılım bankaları geleneksel bankaların oldukça altında bir performans sergilerken, 2010 yılından sonra katılım bankalarının özellikle geleneksel bankalara göre yavaş yavaş daha iyi performans gösterdiği ve son üç yılda dünya genelinde yaşanan finansal dalgalanmalar dikkate alınacak olursa kriz dönemlerinde likiditelerini koruyabildikleri söylenebilir.

Sonuç

Bankalar, finansal aracılık faaliyetlerine devam ederken bir takım risklerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu riskler arasında likidite riski, önemli bir yer tutmaktadır. Geleneksel bankalalar ile katılım bankalarının likit aktiflerinin toplam aktiflerine oranı gösterilmiştir. Grafikte görüleceği üzere son 10 yılda Türkiye’de katılım bankaları, likit aktiflerinin toplam aktifler içerisindeki payını artırarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Likit aktiflerin toplam aktiflere oranı 2018 yılında en yüksek oranına ulaşarak yüzde 45,2 seviyesini görmüştür. 2010’lu yılların başlarında geleneksel bankalar, likit aktif oranında katılım bankalarının üzerinde bir performans sergilerken son yıllarda katılım bankalarının oranı

Türkiye ortalamasının oldukça üzerine çıkmıştır. Sektörden ayrılan katılım bankaları ile sisteme yeni katılan kamu katılım bankalarının, likidite rasyosundaki artışta büyük etkisi olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Grafik 2’de de geleneksel bankalar ile katılım bankalarının ve katılım bankalarının likidite riskinden etkilenmesi aynı şekilde olmaktadır. Bankaların likidite risklerinin artmasının belli başlı sebepleri olarak vade uyumsuzluğu, aktif kalitesinin bozulması, donuk aktiflerin artması, kârlılığın düşmesi ve beklenmeyen çekilişlere pasif yapısının bozulması gösterilebilir. Yeni tip koronavirüs (COVID-19) küresel salgını sürecinde dünya genelinde bir daralma görülmüş ve petrol fiyatlarında hızlı düşüşler yaşanmıştır.

Dünyada İslami Bankaların COVID-19 küresel salgını süresince durumları incelendiğinde, faizsiz finans fonlarının en temel kaynağı olan Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi ülkeleri ve Malezya’da bankaların likiditesinde azalmalar tespit edilmiş, ayrıca küresel sukuk ihraç hacimlerinde de düşüşler meydana gelmiştir. Dünyada İslami bankacılık fonlarının arzında daralmalar yaşanırken Türk bankacılık sektöründe faaliyette bulunan katılım bankalarının likidite rasyolarında COVID-19 sürecinde artış olduğu görülmektedir. Ayrıca literatürde anlatılan ve İslami bankaların büyümesiyle birlikte likidite riskinin de büyüdüğü sonucunun Türkiye açısından geçerli olmadığı görülmektedir. Son yıllarda katılım bankalarının büyüme hızında artış kaydedilmesine rağmen literatürün aksine likidite rasyolarının bozulmadığı görülmektedir. Bunun en temel sebebi olarak Türkiye’de İslami finans ürünlerinin ihracındaki artışlar ve katılım bankalarının yurt dışından sağladıkları murabaha sendikasyonları gösterilebilir.

Literatürde ayrıca finansal kriz dönemlerinde İslami bankaların likidite rasyolarında bozulmaların görüleceği tespit edilmiştir. Ancak Türk bankacılık sektöründe katılım bankaları incelendiğinde, özellikle Türkiye’de kur dalgalanmalarının yaşandığı 2018 yılından günümüze kadar katılım bankalarının likidite rasyolarının yükseldiği görülmektedir. Ayrıca COVID-19 küresel salgının bütün dünyayı etkilediği 2020 yılının ilk ayında da katılım bankalarının likidite rasyoları yükselmiştir. Genel olarak değerlendirildiğinde, Türk bankacılık sektöründe faaliyette bulunan katılım bankalarının son yıllarda gerçekleştirdikleri hızlı büyümeyle birlikte likidite rasyolarını arttırdıkları görülmektedir. Bunun en temel nedeni olarak, Türkiye’de İslami fon ihracına yönelik olarak yapılan yoğun çalışmalar gösterilebilir. Ayrıca katılım bankalarının topladıkları fonların da artması katılım bankalarının pasif kalitesini arttırarak likidite rasyolarının artmasına katkı sağladığı söylenebilir.

Marmara Üniversitesi Bankacılık Bölümü Doç. Dr. Gökhan Işıl, Marmara Üniversitesi Bankacılık Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Alkan

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@