İslami Finans Önemli Bir Kalkınma Stratejisidir

Röportaj: Merve Kantarcı Çulha [caption id="attachment_3386" align="alignleft" width="219"] Prof. Dr. Mehmet Asutay[/caption] İnançlarımız, toplumda kültür ve yaşayış biçimimizi etkilerken, aynı zamanda ekonomi ve finans karşısında da duruşumuzu...

10 Temmuz 2018, 11:29
İslami Finans Önemli Bir Kalkınma Stratejisidir

Röportaj: Merve Kantarcı Çulha




[caption id="attachment_3386" align="alignleft" width="219"] Prof. Dr. Mehmet Asutay[/caption]

İnançlarımız, toplumda kültür ve yaşayış biçimimizi etkilerken, aynı zamanda ekonomi ve finans karşısında da duruşumuzu belirleyen en önemli etkendir. İslam ekonomisi ve finansı konusunda akademik çalışmalar yapan Durham Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Asutay ile İslami finansın dünyadaki yerini konuştuk.


Okurlarımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?


Durham Üniversitesi İşletme Fakültesinde (Durham University Business School) Orta Doğu ve İslam Politik Ekonomisi ve Finansı alanında profesör olarak görev yapmaktayım. Aynı zamanda, fakültemizde yer alan Durham Centre for Islamic Economics and Finance (Durham İslam Ekonomisi ve Finansı Merkezi) direktörlüğü yanında İslami finans konusundaki iki yüksek lisans programının da program koordinatörlüğünü görevini yerine getirmekteyim. 1999’dan bu yana tam zamanlı olarak İslam ekonomisi ve finansı konusunda akademik çalışmalar yapmaktayım. 2005 yılında çalışmaya başladığım Durham Üniversitesi’nde var olan çeşitli çalışmaları kurumsal ve merkezi bir yapı hâlinde geliştirerek yüksek lisans programları kurup, buna zamanla doktora programını da ekleyerek bu alanda bütünlüklü ve yapısal bir program geliştirdik.


Katılım bankalarının sayısının artması, İslami bankacılığın günlük hayatın parçası hâline gelmesi bağlamında önemli


Dünyanın faizsiz finansa olan ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Öncellikle faizsiz bankacılık tabirinin İslami bankacılık ve finansta bizlerin tahayyül ettiği dünya görüşünü karşılamayan oldukça indirgemeci bir tabir ve yaklaşım olduğunu düşündüğüm için doğru bulmuyorum. Çünkü bu tür yaklaşım ile İslami finansı sadece faizin olmadığı ve faizin karşılığı olabilecek mekanizmalarla yapılan finansmana dönüştürmüş oluyoruz. Oysa, İslam’ın normatif değerleri faizin yasaklığı yanında birçok farklı faktörle beraber İslam’ın amaçladığı toplumsal formasyon içinde bir ekonomik sistem ifade eder ve bankacılık bağlamında da sermayeyi yeniden tanımlar. Bu anlamda, İslam’ın toplumsal formasyonu insanın, emeğin, sermayenin, toprağın ve yeryüzündeki diğer bütün paydaşların kapitalist sentez ve düzenlemesinden kurtarılmasını amaçlar ve kendisine has ve hiçbir paydaşın diğeri üzerinde egemen olamayacağı bir toplumsal formasyon ve üretim teknikleri öngörür. Bu sebeplerden dolayı hedeflediğimiz ekonomik ve sosyal sistem İslam’ın temel değerler sisteminden neşet etmiş bir politik ekonomi ve sistem anlayışı sunar. Oysa sadece faizin olmadığı indirgemeci ve kısmi kurumsallaşma piyasa ekonomisinin sonuçlarını başka yollarla oluşturma gibi bir kısır döngüye bizi sokmaktadır.


Bu konunun iyice anlaşılmasından sonra dünyada İslami finansa olan ilginin dönüşümü ile alakalı bir misal vermek yerinde olacaktır. 1990’larda BBC bir haberinde İslami bankacılıktan “voodoo (büyü) ekonomisi” olarak bahsetmiş ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir öneri olduğunu ifade etmeye çalışmıştı. Ancak örneğin, son on yılda Londra, dünyanın önemli İslami finans merkezi olma konusunda yarışı kaybetmemek için özellikle Brexit sonrasına hazırlık bağlamında ciddi çabalar göstermektedir. Bu gelişen ilginin Müslüman dünyada karşılığı özellikle post-kolonyal dönemden sonra oluşan kimlik arayışıyla yakından ilgilidir. Müslüman kimliğin beklenenin aksine Müslüman toplumlarda temel belirleyici faktör olarak daha öne çıkması, bunun ekonomi ve finans karşılığının da olması gerektiği yaklaşımını doğurmuştur. Bu doğrultuda, İslam ekonomisi ve finansı ile ilgili ilk çalışmalar 1950’lerde başlamış. 1963’de Mit Ghamr örneği ile İslami sosyal banka formunda Mısır’da denenmiş ve daha sonra 1975’de kurulan Dubai Islamic Bank ile ilk İslami ticari bankacılık tecrübesi yaşanmış, nihayetinde bugünkü modele ulaşılmıştır. Kimlik arayışlarının uzantısı yanında Müslüman toplumlarda özgün kalkınmacı bir strateji geliştirme çabası da İslami bankacılık ve finansın yükselmesinde oldukça etkili bir faktör olmuştur. Örneğin, Malezya’da Bumiputera denen yerli Müslüman Malay halkının Çinli etnik Malezyalılara göre geri kalmış olmasından hareketle, Bumiputeraların güçlendirilmesi için İslami finans, 1960’ların sonundan itibaren önemli bir kalkınma stratejisi olarak geliştirilmiştir.


Müslüman olmayan ülkelerde İslami finansa olan ilgiyi, özellikle Körfez ülkelerinde oluşan sermayeyi çekme ile açıklamak mümkün


Birçok Müslüman ülkede hâkim olan siyasi kültür yakın zamana kadar İslami bankacılık konusuna uzak durmaya çalışmışsa da kimliğe dayalı yükselen talepler ve Müslüman olmayan ülkelerde de İslami finans yapılıyor olması ve bu bankaların etkinlik gösterdiği ülkelerde başarılı olmuş olması, diğer Müslüman ülkeleri de İslami finans konusunda hareketlendirmiş ve artık bütün Müslüman ülkelerde İslami finans çeşitli şekillerde varlığını geliştirmeye çalıştırmaktadır. Buna Türkiye’de son yıllarda İslami finansa duyulan ilginin hızla artması örneğini de ekleyebiliriz. Müslüman olmayan ülkelerde İslami finansa olan ilgiyi genelde özellikle Körfez ülkelerinde oluşmuş olan sermayeyi çekme ile açıklamak mümkün. Finans merkezli büyüme modellerinin egemen olduğu günümüz ekonomilerinde sermaye kaçınılmaz olarak önemli bir ağırlık ve önceliğe sahiptir. Bu bağlamda, her ülke daha fazla sermaye çekmeye çalışmaktadır. Petrol zengini ülkelerde birikmiş olan çok geniş fonları çekmek için birçok Müslüman olmayan ülke de İslami finans için cazip şartlar oluşturmuşlardır. Bu bağlamda oldukça pragmatist bir yaklaşım ile İslami finansın genişlemesine ve gelişmesine yardımcı olmuşlardır. Bunda sermaye çekme yanında, İslami finansın göstermiş olduğu pozitif performans ve gelişme/büyüme trendlerinin önemli olduğunu söylememiz gerekiyor. Özellikle finansal krizden çarpıcı bir şekilde etkilenmeden çıkmış olması da birçok çevrenin dikkatini İslami finansa çevirmiştir. Yine global finansal kriz zamanında politikacıların ve kilise çevrelerinin kapitalizmin moral eksikliğine/açığına referans yapmış olmaları İslami finansı bu bağlamda tekrar önemli bir şekilde gündeme getirmiştir. Artık dünyada İslami finans ve bankacılık "normalleşmiş" ve bu yüzden birçok ülkenin finansal sistemi içinde farklı sekil ve büyüklüklerde yer almaktadır. Yükselen İslamofobi’ye rağmen İslami finansın kabul görmesi de oldukça sevindiricidir. Ancak bu yaklaşımların dışında iki örneği veremeden geçemeyeceğim; İngiltere’de eski Hazine Bakanı ve sonra da Başbakan olan Gordon Brown bu pragmatist yaklaşımın dışında kendisinin Hristiyan arka planında da hareketle, İslami finansı toplumsal gelişme içinde önemli bir kaynak olarak düşünmüş ve bu bağlamda toplumların kendi değerleri ile güçlendirilebilmesi ve gelişebilmesi için İslami finansı önemsemiştir. Bu bağlamda, İngiltere’de göreceli olarak ekonomik olarak geride kalmış olan Müslüman toplulukların gelişmesi için İslami finansı önemli bir kaynak olarak görmüştür. Bir diğer örnek olarak Vatikan’ın lideri Papa Francis daha önceki yaptığı açıklamaları yanında geçtiğimiz aylarda faizin insan onurunu zedeleyen ve aşağılayan bir faktör olduğunu ve borçlanma ile insanın onurunun faiz ile zedelendiğini söyleyerek bizim Müslüman çevrelerde bile az görülen bir kararlılıkla faizli sistemi insanın özgürleşmesini engellediği için zararlı gördüğünü ifade etmiştir. Bu İslam’ın normatif dünyasının ve Allah Resul’ünün de ifadesidir ki; ne yazık ki biz İslami finans ile ciddi şekilde borçlanma kültürü ve ekonomisini geliştiriyoruz. Oysa İslam’ın öne çıkardığı modelde finans ve ekonominin toplumun işleyişini şekillendiren değil, tersine İslami normatif değerlerin ekonomi ve finansal hayat üzerinde belirleyici olduğu bir moral ekonomi olması gerekir ki bu görüş de hiçbir zaman borca dayalı ekonomiyi savunmaz.



Türkiye’de İslami bankacılığın geleceğinin başarılı olacağına inanıyorum


Türkiye’de İslami bankacılık için yoğun çalışmalar yapılıyor. Geçmiş yıllarda bulunduğumuz noktayı temel alırsak, ülkemizde İslami bankacılığın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Katılım bankacılığı sisteminin daha da gelişmesi için ülkemizde neler yapılmalı?


Yakın zamana kadar Türkiye’de İslami bankacılık tamamen “öksüz çocuk” muamelesi ile merkezin dışında çevrenin bir temsilcisi olarak kalmıştı. Ancak, 2013’de Ankara’da yapılan geniş katılımlı çalıştaydan sonra İslami bankacılık ile ilgili gelişmeler hükümetin himayesinde ciddi bir ivme kazandı. Banka sayısının artmış olması, İslami bankacılığın topluma nüfuz etmesi ve finansal derinlik sağlayarak İslami bankacılığın günlük hayatın parçası hâline gelmesi bağlamında önemlidir. Ancak, hâlâ sektörün payının Türkiye finansal sistemi içinde oldukça düşük olması potansiyelinin çok gerisinde olduğu gerçeğini de gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda sadece banka sayısını arttırmak stratejisi değil, ama var olan bankaların çeşitli iş katmanlarına hitap edebileceği finansal ürünler üretebilmesi oldukça önemlidir. Örneğin, Anadolu’nun önemli kısmı hâlâ tarım ve KOBİ ekonomisidir. Bu yüzden bunların ihtiyaçlarına cevap verecek enstrümanların geliştirilmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda örneğin, Anadolu’da tarım yapmak için İslami bankalara başvuran (araç ve gereç finansı dışında), fakat barındırdığı risklerden dolayı finans talebi geri çevrilen üreticiler mecburen konvansiyonel bankalardan faizli finansman elde etmek durumunda kalmışlardır. Buna rağmen aynı üreticiler dini hassasiyetleri sebebiyle ürünlerini satıp hasılattan kalan paralarını gidip İslami bankaların cari hesaplarına yatırmakta. Kendilerinin faydalanamadığı bu paralar daha sonra büyük şehirlerde daha büyük sermayelerde kullandırılmaktadır ki bu asimetri insanlarımızın beklentileri bağlamında güvensizliğe sebep olmaktadır.


Antropolojik olarak ne yazık ki din ve ekonomiyi karıştırılmaması gereken iki alan olarak gören geniş kesimler bu tür gelişmeler sonucu, yapılan düzenlemeler ve genişlemeye rağmen bu ayırım konusunda ısrarcı görünmektedir. Bunda eğitim eksikliğinin önemli olduğunu ve finansal okuryazarlığın arttırılmasının yanında Diyanet İsleri Başkanlığı’na da İslamin ekonomi ve finansa yönelik normlar konusunda halkın eğitilmesi konusunda projeler geliştirmek düşüyor. Örneğin, Malezya ve Endonezya’da küçük yaştan itibaren muamalat/ticari ilişkiler İslami bağlamda öğretilirken, biz de ilmihâli bilgiler bu konulara girmemektedir. Bunun sonucu olarak Türkiye’de Müslüman Kalvenizm ciddi şekilde gelişmiştir. Türkiye’de muhafazakâr olarak tanınan şirketlerin iş hacimlerinin İslami bankaların varlıkları ve fonlarının çok üstünde olması, bu çevrelerin de İslami bankalar ile entegre bir şekilde çalışmadıklarını göstermekte ve bahsedilen Kalvenizm’in ciddi bir gerçeklik olarak gelişmiş olduğunu kanıtlamaktadır.


Önemli bir farkındalık olarak söylemek gerekirse, Türkiye’de İslami bankacılık olarak nitelenen dar bir alana sıkıştırılmış bir anlayış ve realite var. Bankacılık vizyonunun ötesinde İslami finansın geniş yelpazesi altında İslami sermaye piyasası (sukuk), İslami fonlar, İslami mikrofinans, İslami FinTech ve crowdfunding platformları ve önemli olarak İslami sosyal finans kurumları (zekât fonları ve vakıf yönetim fonları), İslami kalkınma fonları vs. gibi alanlarda gelişme ve İslami finansın derinleşerek toplumun parçası olması sağlanmalıdır. Anadolu’daki işsizliği düşünürsek, mikrofinansın ne kadar önemli olduğunu anlamamız gerekiyor. Bu bağlamda İslami bankaların ve kurulacak kalkınma fonlarının ciddi şekilde İslami mikrofinans ve KOBİ finansı alanlarını geliştirerek toplumda kendilerine ulaşabildiği hissi verilmesi gerekiyor ki İslami bankacılık sadece elit bankacılık olarak görülmesin.


Türkiye’de potansiyelinin çok altında olan İslami bankacılığın geleceğinin oldukça başarılı olacağına inanmakla beraber bunun sürdürebilir bir şekilde kendisini geliştirebilmesine bağlıyorum. Sadece murabaha ve teverruk üzerine büyümesinin toplumun geniş kısmının beklentilerine cevap vermekte zorlanacağını ve bu bağlamda inovasyon ve bu inovasyonun İslamın amaçladığı ahlaki normlar etrafında olması gerekiyor ki sokaktaki herhangi bir insanın hayatını pozitif olarak etkileyebilsin.



Konvansiyonel bankacılık ve İslami bankacılık arasında ciddi farklar vardır ki bu da ontolojiye dayanan sistem farklılığının sonucudur


4. İslami bankacılığın sosyal olması denilince ne anlamalıyız? Bu yönüyle konvansiyonel bankalardan farkı nedir?


Yukarıda ifade ettiğim gibi İslamin politik ekonomisi, İslam moral ekonomisi bağlamında ekonomiyi ve finansı İslamin normları ile şekillenmiş bir yapı olarak ifade eder. Tevhit prensibi çerçevesinde toplumdaki bütün paydaşların kaynaklara ulaşması konusunda eşit haklara sahip oldukları adalet üzerine kurulmuş bir sistemden bahsediyoruz. Ancak bireylerin tesis etmeye çalıştığı adaletin her zaman denge sağlamadığı tezinden hareketle, İslam moral ekonomisi ihsan prensibi ile denge sağlamanın önemine işaret etmiştir ve insanların ihsan üzerine kendilerini geliştirmeleri öngörülmüştür. Böylece sadece ferdi bir yaklaşımla kendi felahlarını maksimize etmekle kalmasınlar. Bu çerçevede bir insani toplum düzeninden bahsediyoruz. Bu paradigma içinde her bireyin, kurumun, toplumun ve çevrenin gelişmesi öngörülmüş ve bunun fıtri olarak verildiği rububiyet prensibi ile ifade edilmiştir. İnsan ve diğer paydaşların fıtri gelişmelerinin önünde hiçbir engel olmamalıdır ve bunun tezkiye içinde olması gerekmektedir. Başka bir ifade ile insanın ve diğer paydaşların büyümesi ve gelişimi diğerinin aleyhine olmamalıdır ve bu bağlamda harmonik bir gelişme öngörülmektedir. Maqasid al-Shari’a (Şeriatın maksatları) da yapılan her şeyin insan refahını göz önüne alarak yapılmasını gerektirir. İslami paradigmanın bu temel ögeleri de göstermektedir ki insanların ve kurumların ulaştıkları ve ürettikleri sonuçların surecin tabii sonucu olarak sosyal fayda ve refaha göre olması gerekmektedir.


Bu bağlamda, neo-klasik ekonomi prensipleri ile çalışan bir konvansiyonel banka için sosyal sorumluluk kapitalist karar süreçlerinden ve eğilimlerden sonra ilave bir katman olarak kendilerinden beklenen iyilik olarak yorumlanabilir; bu bağlamda sosyal sorumluluk sürecin bir sonucu değil sonradan eklenen bir katmandır. Oluşan ve kabul edilmesinde zorlanılan durumun negatif etkisini azaltma sürecidir. Oysa, İslami bankacılık için ifade ettiğimiz paradigma sonucu, bankanın çalışma süreci başından itibaren sosyal faydayı göz önüne alarak ve sosyal faydaya gömülü/mündemiç olarak çalıştığı için tabii bir sonuç olarak sosyal sorumluluğunu yerine getirilmiş olur. Bu bağlamda paradigma olarak diğer bankalar ve İslami bankacılık arasında ciddi farklar vardır ki bu da ontolojiye dayanan sistem farklılığının sonucudur.

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@