Değerlere sahip çıkan bankacılık

Katılım bankacılığı kaynak toplama aşamasından finansmanı aktarma aşamasına kadar ülke ve insani değerlerine sahip çıkarak bankacılık yapılabileceğini gösteriyor

Kapak Konusu 17.04.2017, 23:14
Değerlere sahip çıkan bankacılık

Katılım bankacılığı kaynak toplama aşamasından finansmanı aktarma aşamasına kadar ülke ve insani değerlerine sahip çıkarak bankacılık yapılabileceğini gösteriyor

80’li yılların ortalarında büyüme potansiyeli hayli yüksek olan Türkiye, yeni sermayeye ihtiyaç duyuyordu. Bugünkünden farklı olarak yabancı sermayenin çok bol olmadığı o dönemde Orta Doğu’da petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle bir sermaye birikimi oluşmuştu. Ancak bu para getirisinin yüksek ve güvenli olması nedeniyle de Türkiye yurt dışındaki İslami bankacılık sektörüne yöneliyordu.

Dönemin Başbakanı Turgut Özal, bu paranın sermaye açığı olan Türkiye’ye çekilmesi gerektiğini düşünerek bir kararname ile özel finans kurumları adı altında faizsiz bankacılığın temellerinin atılmasını sağladı.

İlk olarak 1984’te Albaraka Türk, 1985’te Faisal Finans, 1989’da Kuveyt Türk sektördeki yerini aldı. Zaman içinde banka yapısına kavuşan özel finans kurumları sadece Körfez ve Orta Doğu’daki sermayeyi Türkiye’ye çekmenin yanı sıra yurt içinde de faiz hassasiyeti olan vatandaşların birikimlerinin değerlendirilmesi için önemli bir platform oluşmuş oldu. Ardından 1996’da Asya Finans sektöre giriş yaptı.

Faisal Finans ise Family Finans’a dönüştü. Family Finans 1991’de sektöre giren Anadolu Finans ile 2005’te birleşti ve günümüzdeki Türkiye Finans’ı oluşturdu. Bugün artık faizsiz bankacılık yapmak üzere kurulan bankaların yanı sıra kamu bankaları da katılım bankaları açarak sektördeki büyümeye katkı sağlamaktadır.

Mayıs 2015 tarihinde Ziraat Katılım, Şubat 2016’da ise Vakıf Katılım sektöre dâhil olurken Temmuz 2016’da BDDK tarafından Bank Asya’nın faaliyet izni kaldırıldı.

Bugün hâlihazırda Türkiye’de beş katılım bankası faaliyet gösteriyor. Faizsiz bankacılığın Türkiye’ye gelmesinde oldukça geç kalınmış bir süreçtir. Bahsi geçen dönemdeki iş adamlarının, entelektüellerin ve bankacıların yoğun çalışması sonrasında hayata geçen katılım bankacılığı için İslam Kalkınma Bankası’nın da önemli katkıları olmuştur. Bugün hâlihazırda Türkiye’deki iki katılım bankasında, Kuveyt Türk ve Albaraka Türk’te, İslam Kalkınma Bankası’nın ortaklığı bulunmaktadır.

İslam Kalkınma Bankası dünyada, İslami bankacılığı destekleme konusunda üstlendiği misyon çerçevesinde Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerinde faizsiz bankacılığın önünü açıcı uygulamalar gerçekleştirmektedir. Katılım bankaları, dünya çapında İslami finans kuruluşlarına sermaye koymanın yanı sıra para yatırır, limit açar ve pek çok açıdan finansal destek sağlar. Bu desteğe rağmen katılım bankacılığını büyümesi çok kolay olmadı.

Sektörün Türkiye koşullarına göre izleyebileceği bir yol haritası bulunmadığı için, ilk etapta sektörün kendini vatandaşlara anlatması gerekti. Zira konvansiyonel bankacılığın vaadi kesin bir getiriydi. Mudi, parasını getirip bankaya yatırıyor ve vadesi gelince getirisini alıyordu. Kâr zarar ortaklığına dayanan katılım bankacılığında ise banka kâr ederse hesap sahibi payını alıyor, zarar etmesi durumunda ise hesap sahibi zarara ortak oluyordu. Bu sistemin anlatılması zaman aldıysa da özellikle faiz hassasiyeti olan katılımcıların büyük ilgisini çekti. Ancak sistemin zorlu bir aşaması daha vardı. O da toplanan paraların değerlendirilmesiydi. Zira halk katılım bankalarına güvenmiş ve birikimlerini emanet etmişti.

Konvansiyonel bankalardan farklı olarak katılım bankaları parayı faizde değerlendirmiyordu. Dolayısıyla kendi usullerini hayata geçirmesi, kaynak sağlayacak yeni alanlar oluşturması gerekiyordu. Dünyadaki modeller yol gösterici olsa da Türkiye’deki katılım bankalarının ne yapması gerektiği konusunda çok net bir yol haritası ortaya koymuyordu. Katılım bankaları Türkiye’de sosyal ve ticari hayatla çelişmeyen onunla kesişen ve ihtiyacını gideren bu arada finansal kuruluşun da gereksinimlerini karşılayan bir mekanizma kurmaya gayret etti. Çünkü Türkiye’nin diğer ülkelere göre bambaşka koşulları bulunuyordu. Her şeyden önce Türkiye o dönemde çok yüksek bir enflasyonla karşı karşıyaydı. Yaklaşık yüzde 60 gibi bir enflasyon hızı bulunan Türkiye’de mudiler de paralarını çok uzun vadeli yatırmak istemiyorlardı. Yani özel finans kurumları yüksek enflasyonu bulunan bir ülkede ve kısa vadeli kaynaklarla iş yapmak durumundaydı. Bu nedenle uzun vadeli yatırımların finansmanı çok mümkün değildi.

Hesap sahibi parasını özel finans kurumuna (ÖFK) yatırır ÖFK banka bunu kredi olarak en uygun ve getirisi yüksek olan üretim modeline finansman olarak yönlendirir ve getiri banka ile hesap sahibi arasında paylaşılır teoremi Türkiye koşullarında çok mümkün görünmüyordu. Bu nedenle de özel finans kurumları daha çok kısa vadeli ticaretin fonlanması işine odaklandı ve bu noktada bankalar, daha çok mal ve hizmet teminine yönelik finansman modeli üzerinde durdu. Bu model iyi tuttu ve zaman içinde gelişti. Bu arada ihtiyaca göre düzenlemeler yapıldı. Hesap düzeni, bilanço sistemi gibi konular netlik kazandı.

1989 yılına kadar böyle devam etti. Daha sonraki yıllarda İslami Kalkınma Bankası’nın da ortaklığı bulunan Kuveyt Türk gibi yeni oyuncular sisteme dâhil oldu ve sistem daha hızlı bir büyüme trendine girdi. Bu dönem içerisinde kamunun da ÖFK sektörüne yönelik çok fazla katkı sağladığı söylenemez. Çoğunlukla siyasi nedenlerle özel finans kurumları kendi yağlarıyla kavrulma durumunda bırakıldı. Bağımsız bir mevzuatı dahi bulunmayan özel finans kurumlarına yönelik yapılan düzenlemeler ise daha çok işleri zorlaştırıcıydı. O dönemde çıkartılan bir kanun tasarısı ile özel finans kurumlarına iki yıl içerisinde banka olma zorunluluğu getirildi. Aksi takdirde kendilerini tasfiye etmeleri gerekecekti. Ancak bu dönemde özel finans kurumlarına para yatıran vatandaşların, iş adamlarının ve basının devreye girmesiyle geri adım atıldı.

Bugünkü adıyla katılım bankaları o zamanki özel finans kurumları bankacılık kanunu bünyesine alındılar. Düzenlenme ve denetlemeye tabi tutuldular. Bu yeni düzenleme ile birlikte özel finans kurumlarına olan bakış açısı daha da değişti. Sektöre olan güven iyice pekişti.

Kanunla birlikte yasal bir zemine oturan özel finans kurumları bu şekilde 2005 yılına geldi. 2005 yılındaysa bankacılık kanunu yeniden yapılanmaya gidiyordu. Bankacılık Kanunu bünyesine Türkiye’de faaliyet gösteren kalkınma ve yatırım bankaları, ticari bankalar ve özel finans kurumlarına yeni düzenlemeler yapıldı. Bu süreç içerisinde özel finans kurumları, isim değişikliğini de gündeme getirdi.

Özel finans kurumları o dönemde de bankacılık faaliyetlerini birebir sürdürüyorlardı. Mevduat toplayan bu kurumlar, bu parayı ekonominin çarklarına aktarıyorlardı. Şirket ve bireylere finansman sağlıyor, teminat mektubu veriyor, para transfer ediyor, çek karnesi veriyor, senet tahsil edebiliyor, ihraç hizmetlerine aracılık edebiliyor ve kambiyo hizmetleri sunabiliyordu. Yani her biri aslında bir banka gibi çalışıyordu; ama isimleri banka değildi. Dolayısıyla sektör oyuncularının büyük kısmı isimlerinin de banka olmasını istedi. Diğer taraftan sektördeki bazı oyuncuların banka olma konusunda çekinceleri vardı. Ancak özel finans kurumu ismi de sektörü yakından tanımayan kişiler için çok fazla bir anlam ifade etmiyordu. Üstelik uluslararası arenada özel finans kurumu ismi çok anlaşılır değildi. Oysa sektörün tanımlanmasında banka isminin kullanılması hem güven unsurunu artırıcı bir etki edecek hem de yurt dışında sektörün bilinirliliğini artıracaktı.

Yaklaşık altı ay süren tartışmaların sonunda sektörün isminin katılım bankacılığı olmasına karar verildi. “Katılım bankası nedir?”, hangi usule göre para toplar hangi usule göre bu paraları değerlendirir gibi konular netlik kazandı, ayrıntılar bankacılık kanununda amir hüküm olarak yer aldı. İçeride banka adının geçiyor olması da çok önemliydi. Zira artık yurt dışında da banka olarak faaliyetlerini gösterebileceklerdi. Katılım da kâr ve zarara katılımdan kaynaklanan bir kelime olarak sektörün adına eklendi.

2005 senesinde Bankacılık Kanunu yapılanırken kanuna katılım bankaları bir banka türü olarak girdi. Yani artık hesap sahibine, yatırımcıya, finansman kullanmak istiyene uzun uzadıya sistemi anlatmak gerekmiyordu. Bunun İslami usullere göre çalışan faiz enstrümanını kullanmayan bir banka olduğunu belirtmek yeterli oluyordu. Yeni kanun çerçevesinde ticari bankaların da adı mevduat bankaları oldu.

Katılım bankalarının Türkiye’deki gelişimi zor oldu ancak birlikte aslında dünyada en iyi örneklerden biri hâline geldi. Zira Türkiye’de katılım bankaları çok geniş kitlelere hitap eden bir bankacılık türü olarak gelişti. Oysa Arap dünyasında bu alan daha çok yüksek gelirli kişilere hitap eden bir yapıya sahip. Halka fazla inememiş bankacılık sektörü. Türkiye’de ise katılım bankaları ilkeleri dahilinde her türlü bankacılık hizmetini toplumun tüm kesimlerine götürebiliyor.

Türkiye’de katılım bankaları mevduat bankalarıyla aynı hak ve yükümlülükler dengesinde bütün finansal hizmetleri üretiyor. Bu süreç neticesinde şu oldu: Katılım bankaları Türkiye’de kendi güçleriyle varlıklarını tescil ettirdiler. Reel bir ihtiyaca karşılık geldiler. Para kazanıyorlar, hizmet üretiyorlar, rekabet edebiliyorlar. Özellikle bankalar arasındaki rekabette kendine ait bir yer ediniyorlar. Zira katılım bankalarının faizsiz yapısı, sektörde niş bir alan yaratıyor ve avantaj sağlıyor. Elbette bu niş alan sektör oyuncularının rakiplerine göre daha fazla efor sarf etmesini de gerektiriyor. Hedef kitle üzerine daha iyi bir şekilde odaklanması iyi ürün ve hizmeti daha uygun koşullarda sunması gerekiyor.

Yeni ürünler, katılım bankacılığının olmazsa olmazı konumunda. Bugün için konvansiyonel bankalar tarafından domine edilen bankacılık sektöründe katılım bankacılığının pazardan daha çok pay almak için atacağı en önemli adım yeni ürün ve hizmetler geliştirmek. Sistem hayata geçtiğinden bu yana sektör oyuncuları yeni ürün ve hizmetler için ciddi bir çaba gösterdi. Ancak gerek yasal altyapının yetersizliği gerekse de İslami kurallar çerçevesinde alınması gereken izinler, sektörün ürün çıkarma konusunda beklendiği kadar hızlı hareket edememesine yol açtı. Diğer taraftan bugün için yapılan yeni düzenlemeler ile birlikte sektörün ürün geliştirme konusunda ciddi yol katettiği gözlemleniyor. Bu ürünlerin başında da kuşkusuz Türkiye’de kira sertifikası olarak bilinen sukuk gelmektedir.

Yasal düzenlemeler ile önü açılan sukuk, katılım bankacılığına beklediği momentumu sağlamıştır. 2016’da Hazine’nin yerli ve yabancı para cinsinden sukuk ihraçları devam ederken katılım bankaları da yurt içi ve yurt dışında sukuk ihraçları gerçekleştirmektedirler. Ve beklendiği üzere bu ihraçlara oldukça güçlü talepler gelmektedir.

Tüm dünyada sermayenin azalmaya başladığı ve paranın daha pahalı hâle geldiği bir ortamda sukuk ihraçlarının önümüzdeki dönemde piyasadaki payını artırması bekleniyor. Zira dünyada İslami bankacılığın seyrine bakıldığında sukuk gibi önemli enstrümanlarla birlikte sektörün çok daha hızlı bir büyüme ivmesi kazandığı gözlemleniyor.

Aslına bakılırsa İslami bankacılık dünyada, Türkiye’ye kıyasla çok daha hızlı bir büyüme performansı ortaya koyuyor. EY tarafından yayınlanan “2016 Dünya İslami Bankacılık Rekabet Raporu”na göre; QISMUT ülkeleri (Katar, Endonezya, Suudi Arabistan, Malezya, BAE, Türkiye) ile Kuveyt, Bahreyn ve Pakistan’ın faizsiz bankacılık varlıklarının 2016yılında 920 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Bu tutar, faizsiz finans varlıklarının yüzde 93’ünü temsil etmektedir. Söz konusu dokuz ülkedeki faizsiz bankaların toplam kârı önemli bir aşama kaydederek 12 milyar dolar aşmıştır. Önümüzdeki yıllarda da sektörün bu hızlı büyüme performansını koruyacağı tahmin ediliyor.

ICD Thomson Reuters Faizsiz Finans Gelişim Raporu 2015’e göre, faizsiz bankacılığın 2015- 2020 döneminde yıllık yüzde 11-12 seviyesinde büyüme ile 2,6 trilyon ABD dolarına ulaşacak varlıkları ile faizsiz finansmanın büyümesinin itici gücü olması beklenmektedir. Bu varlıklara, faizsiz fon, tekafül, sukuk ve diğer faizsiz finansal kuruluşların kaydetmesi beklenen büyümeler de eklendiğinde, toplam faizsiz finans sistemi varlıklarının 2020 itibarıyla 3,2 trilyon ABD dolarına ulaşacağı öngörülüyor. Yani 2020 yılında faizsiz finans varlıklarının dağılımının yüzde 80 faizsiz bankacılık, yüzde 12 sukuk, yüzde 1,4 tekafül, yüzde 3,3 diğer faizsiz finansal kuruluşlar ve yüzde 2,7 faizsiz fonlar şeklinde olacağı tahmin ediliyor.

EY’nun aynı dönemi kapsayan projeksiyonuna göre, faizsiz finans sisteminin büyümesinde ana itici güç olan Katar, Endonezya, Suudi Arabistan, Malezya, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye ile ek ivme sağlayan Bahreyn, Kuveyt ve Pakistan’dan oluşan dokuz önemli piyasada, faizsiz bankaların toplam varlıklarının 2015-2020 arasında yıllık ortalama yüzde 14’lük büyüme ile 1,8 trilyon dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Hızlı büyüme potansiyeli taşıyan bu alanda Türkiye’nin önemli bir oyuncu olması, ülke menfaatleri gereğidir. Zira bu denli hızlı büyüyen ve bir o kadar da büyüme potansiyeli olan faizsiz finans alanında Türkiye gerekli altyapı çalışmalarını oluşturarak Malezya benzeri bir merkez hâline gelebilir. 30 yıl önce, ilk faizsiz bankanın kuruluşu ile temelleri atılan Malezya faizsiz bankacılık sektörü, hızlı büyümeye devam ediyor.

Malezya’da oldukça güçlü olan faizsiz finans sisteminin yaklaşık yüzde 80’ini faizsiz bankacılık sektörü oluşturuyor. Türkiye’de faizsiz bankaların bu sistem içindeki yerini fark etmiştir ve çalışmalarını bu yönde sürdürmektedir.

Bugün artık Merkez Bankasından Hazine’ye, BDDK’dan SPK’ya ve Borsa İstanbul’a kadar kamu kurum ve kuruluşları sektöre destek vermektedir. Kamunun da desteği ile önü açılan katılım bankacılığı bugün artık farklı bir noktada varlığını sürdürmektedir. Diğer taraftan sektöre artan ilgi, İstanbul Finans Merkezi Ulusal Eylem Planı’nın başlatılması kamu bankalarının da bu alana girmesine neden oldu. Ziraat Bankası ve Vakıfbank’ın katılım bankalarının da sektöre dâhil olması büyüme rakamlarını yukarı çekerken vatandaşların bu alana olan ilgisinin daha da artmasına neden oluyor.

Bugün artık katılım bankacılığı belli bir büyüklüğe geldi. 40 milyar dolar civarında bir fon hacmi oluştu ki bu oldukça önemli bir rakam. Sektör oluşan bu fon hacmini en iyi şekilde değerlendirmek için üstün bir gayret göstermektedir. Bunun da yolu kuşkusuz, uzun vadeli yatırımlar olan altyapı yatırımlarında bu fonun değerlendirilmesidir. Bu noktada katılım bankacılığının bir hayli geniş bir hareket alanına sahip olduğunu söylemek mümkün. Zira Türkiye son 15 yıldır ciddi bir dönüşüm içindedir ve altyapı çalışmalarının hız kazanması bu dönüşümün en önemli ayağı konumundadır. Özellikle kamu tarafından sürdürülen altyapı çalışmalarının fonlanması için katılım bankacılığının elindeki fonlar büyük önem taşımaktadır. Hatta katılım bankacılığı sektörü, İslam Kalkına Bankası ile bu konuda bir çalışma grubu oluşturmuş ve bazı büyük yatırımların finansmanında sektör olarak birlikte yer alma konusunda mutabakata varmıştır. Bu mutabakat da gösteriyor ki Türkiye için katılım bankacılığı ve faizsiz finans sistemi oldukça önemli ihtiyaçlara cevap vermektedir. Her ne kadar Körfez Bölgesi’ndeki sermayeyi Türkiye’ye çekmek için oluşturulmuş bir yapı olarak hayatına başlamış olsa da katılım bankacılığı bugün artık geldiği noktada ülkenin en önemli yatırım çalışmalarına fon sağlama konumundadır.

Sermayenin daraldığı ve pahalı hâle geldiği bugünlerde katılım bankacılığı elini taşın altına koyarak ülkenin büyümesi için öncü bir rol üstlenmektedir. Diğer taraftan katılım bankacılığının çalışma sisteminin üretimi destekleyen bir yapıya sahip olması da katılım bankalarının ülke ekonomisine ciddi katkı sağlaması anlamına geliyor.

Katılım bankalarının çalışma sistemi gereği finansman, ülke ekomonisine katkı sunan reel bir varlığa dönüşüyor. Zira katılım bankalarının sağladığı fonlar, üretim girdisi makine, teçhizat ham madde oluyor. Yani reel bir üretim varlığına dönüşüyor. Katılım bankaları bu fonlamayı yaparken ülkenin faiz konusunda hassasiyet gösteren önemli bir bölümünü bankacılık sistemi içine çekmiş ve onlara uygun ürün ve hizmetler üretiyor. Böylelikle finans sistemine de çok önemli bir katkı sağlamamış oluyor. Diğer taraftan katılım bankalarının kâr zarar ortaklığı ilkesi üzerine kurulu yapısı bankanın olası zararlarının da paylaşılması anlamına geldiği için sistem, kendi kendini sigortalamış oluyor. Bürokrasi başta olmak üzere, bir kesim uzun yıllar faizsiz finans sistemine mesafeli durdu. Ancak bu dönemde dünya bu alanda bir hayli yol katetti. Şimdilerde ise Türkiye katılım bankaları ile aradaki bu mesafeyi kapatma yolunda hızla ilerliyor. Yasal zeminin düzeltilmiş olması katılım bankalarının önünü açarken bu yolla vatandaşa sağlanan güven de büyüme ivmesini artırıyor. Sektör artık ülkenin en önemli projelerini fonlamayı, finans sistemini güçlendirerek sektöre olan güveni arttırmayı ve finans dünyasının dışında kalmış çok önemli bir kesimi sistem içine dâhil etmeyi başarmış olmanın haklı gururunu yaşamaktadır.

“KÂR ETMEK BiZATİHİ HEDEF DEĞİLDİR, ASLİ GAYE HİZMETTİR”

Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin sünneti doğrultusunda hayatına yön veren, bu çerçevede kitaplar, makaleler kaleme alan Türkiye’nin önde gelen fikir adamı Prof. Dr. Sabahaddin Zaim, ömrünü İslamiyet’e adamış bir isim. Faizsiz bankacılık fikrinin öncülerinden Zaim, Türkiye’de katılım bankacılığının tohumlarını atan kişiler arasında yer alıyor. 2007 yılında aramızdan ayrılan Zaim’in faizsiz bankacılık sistemiyle ilgili düşüncelerini farklı kaynaklardan Katılım Finans okurları için derledik. Prof. Dr. Sabahattin Zaim: “Fıkhı konularda faizle ilgili meseleler hep mikro bazda bir mesele olarak ele alınmıştır. Konu iki kişi arasında borç alıp verme şeklinde incelenmiştir. O yüzden de esas mesele olan faizin, dünya ölçeğinde bir husus olduğu gözden kaçmaktadır. Hâlbuki faizin reddi sadece ferdî ihtilâflardan dolayı değildir. Bugün faiz, dünyanın ana meselesidir. Bu kadar zenginlik içinde, her gün dünyada dört yüz-beş yüz bin insan açlıktan ölüyor. Neden? Kaynaklar mı eksik? Hayır, kaynaklar var.

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@