Katılım Bankacılığı güvenlidir, sağlamdır

Türkiye Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Osman Akyüz ile faizsiz bankacılık ve finans sisteminin geçmişten bugüne gelen yolculuğunu ve geleceğini konuştuk.

Kapak Konusu 18.04.2018, 23:48
Katılım Bankacılığı güvenlidir, sağlamdır

Türkiye Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Osman Akyüz ile faizsiz bankacılık ve finans sisteminin geçmişten bugüne gelen yolculuğunu ve geleceğini konuştuk.

İlk zamanlar özel finans kurumu olarak adlandırılan katılım bankacılığının Türkiye’deki ilk adımı ve sizin projeye dahil olmanızın hikayesini özetleyebilir misiniz?
Katılım bankacılığı olarak adlandırdığımız faizsiz bankacılık, Türkiye’de ilk olarak 1985 yılında başladı. Katılım bankacılığının o dönemki adı özel finans kurumuydu. Ben de bu süreçte söz konusu sisteme dahil oldum ve bunda Albaraka Türk Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Unakıtan’ın etkisi oldu. Kemal Bey, Araplarla bir faizsiz finans kurumu kurduklarını, faizsiz bankacılık ve finans işi yapacaklarını söyledi ve bana işi birlikte yapmayı teklif etti.

Özel finans kurumlarının Türkiye’de lanse edilmeye başlanması Albaraka Türk’ün kurulmasıyla start aldı diyebilir miyiz?

1980 İhtilali’nin ardından Türkiye’nin büyümesi için hükümetin fona ihtiyacı vardı. O dönemde Orta Doğu’da petrol fiyatlarının artmasıyla ciddi bir fon fazlası oluştu. Dönemin hükümeti, Orta Doğu’daki biriken sermayeyi Türkiye’ye ancak özel finans kurumları vasıtasıyla çekilebileceğini düşünüyordu. Finansal sistemimizin oluşturulması gerekliydi. Böylelikle para, Türkiye’ye akabilirdi. Dolayısıyla devletin, kamunun, iş adamının, girişimcinin ve entelektüelin ihtiyacı bir yerde kesişmiş oldu. Türkiye’de özellikle belli başlı iş adamları ve entelektüellerin faizsiz bankacılık ve finans kurumları oluşturulması yönünde talepleri vardı. Bilhassa muhafazakar iş adamları bu işe hep sahip çıktı ve yabancı ortaklar buldular, sermaye koydular.

Albaraka, Türkiye’ye geldi. Sistemin içinde yer alan kurumların özel finans kurumu olarak adlandırılması ve daha sonra katılım bankacılığı ismini alması süreci nasıl ilerledi?

Türkiye’de laiklik anlayışı ile ilgili arızalar olduğundan dünyada bu sisteme İslam bankası denilmesine rağmen Türkiye’de özel finans kurumu denildi. Çünkü laik ülke prensipleri ile bu ekonomik anlayışı bir araya getirmek gerekiyordu. Özel finans kurumu, yaptığımız işle ilgisi olmayan ve onu çağrıştırmayan bir ad oldu; ama Türkiye’de bu isimle mevzuatlandırıldı. 2005 yılında Bankacılık Kanunu’nun yeniden yapılandığı süreçte biz de isim değişikliği talebini gündeme getirdik. Özel finans kurumları da bankacılık hizmeti verdiğinden banka olarak anılmanın doğru olacağına karar verdik. Özel finans kurumu adı altında kendimizi çok zor ifade ediyorduk. Özellikle uluslararası piyasada bankacılık yapıp kendimizi özel finans kurumu olarak tanıtmak durumundaydık. Bu yüzden kendimizi katılım bankası olarak adlandırmak istedik. Malum banka, uluslararası bir sözcük. Biz bu kelimeye sadece “katılım”ı ekledik. Bunu da kar ve zarara katılımdan yola çıkarak belirledik.

Faizsiz bankacılığın, özel finans kurumu olarak Türkiye’deki mevzuatının hazırlanması ve entegrasyon süreci nasıl sağlandı?

Öncelikle Hükümet kararı, ardında da Hazine bir tebliğ çıkardı. O dönemde hem kararname hem de düzenlemeler bankacılık mevzuatına atıfta bulunularak çözüme kavuşturuldu. Ancak Bankacılık Kanunu’nda bu kurumlar yer almadı. Sonrasında da Merkez Bankası, detay düzenlemeleri belirlemek için bir tebliğ çıkardı. 1985 yılının ilk aylarında da iki özel finans kurumu kuruldu ve Merkez Bankası’ndan ruhsat alarak faaliyete başladılar. Birisi Faisal Finans Kurumu diğeri de Albaraka Türk. Bunlar yerli yabancı sermaye ortaklığı ile oluşan şirketler; ama çoğunluk sermayeleri yabancıydı. Faaliyete başladığımızda örnekleme yapabileceğimiz bir mekanizma olmadığından deyim yerindeyse el yordamıyla bu sistemi hayata geçirmeye çalıştık. Vatandaşa şunu dememiz gerekiyordu “Paranı kurumumuza yatıracaksın, kâra da zarara da ortak olacaksın ve belli bir vadeyle bunu finans kurumuna emanet edeceksin.” Bir de bu halkımıza yabancı olan bir anlayış. Bu işleyişi hayata geçirmek çok kolay olmadı. Türkiye’deki değişik kesimlere bu modelin anlatımını, pazarlamasını yaptık. Halktan toplayacağımız parayı, faize de veremiyorduk. Dolayısıyla kendi usullerimizi oluşturup bunları hayata geçirmemiz gerekiyordu. Parayı faizsiz bankacılık ilkelerine göre nasıl değerlendireceğimiz, mal alım satımını nasıl gerçekleştireceğimiz, iş sahibi ya da teşebbüsle ortak olma ve yatırımları finanse etme durumları ile ilgili nasıl bir aksiyon almamız gerekiyordu, bunların üzerinde durduk. Biz Türkiye’de reel hayatla ticari hayatın çelişmeyen hatta onunla kesişen ihtiyaçları gidermeye yönelik bir mekanizma kurmaya gayret ettik.

Söz konusu dönemde Türkiye’nin ekonomik durumunu ve faizsiz sistemin ülke ekonomisine dahil olması ile ilgili gelişmeleri sizden dinleyebilir miyiz?
Türkiye’de o yıllarda çok yüksek enflasyon vardı; yaklaşık yüzde 60 civarında ve bu yaklaşık 30 yıl devam etti. Bizlere emanet edilen paraların vadeleri kısaydı. Bu nedenle uzun vadeli yatırımların finansmanına girmemiz pek mümkün olmadı. Teoride şu vardı: Halk parasını kuruma yatıracak. Siz de yatırımları yapacaksınız ve elde ettiğiniz gelirden parayı kuruma yatıran kişiye de vereceksiniz. Ama maalesef Türkiye’de öyle bir mekanizma yoktu. Biz de daha çok kısa vadeli ticaretin finansmanına yöneldik. Orada da mal ve hizmet teminine yönelik finansman modeli seçtik ve isabetli oldu. Zaman içinde de ihtiyaca göre mekanizma geliştirildi ve alt düzenlemeler yapıldı. Hesap düzeni ve bilanço düzeni oluşturuldu 28 Şubat Süreci’nin yaşandığı döneme geldiğimizde özel finans kurumlarının varlığı tekrar gündeme geldi.

Peki sonra neler yaşandı?

Zamanla özel finans kurumlarının varlığı tartışılır oldu. Özellikle 28 Şubat Süreci’nde hem Hükümet hem de bürokrasiden siyasal baskı gördük. “Bu kurumların sisteme entegrasyonu yapılmamış. Kendileri bir şeyler yapıyorlar; ancak bağımsız bir mevzuat söz konusu değil” denildi. Bir kanun tasarısı çıkarıldı. Bununla da özel finans kurumlarına iki yıl içerisinde banka olma zorunluluğu getirildi yoksa kapatılma durumları gündeme geldi. Ankara’da Hükümet ve Parlamento nezdinde gayretlerimiz oldu. Sağ olsunlar, müşterilerimiz de bizlere sahip çıktı. Sonrasında özel finans kurumları, Bankacılık Kanunu bünyesine alındı. 2005’te Bankacılık Kanunu yeniden yapılanıyordu. Bankacılık Kanunu bünyesine girdik ve isim değişikliğine gittik. Önerimizi önce BDDK’ya ardından da Parlamento’ya taşıdık. Bankacılık Kanunu yapılırken, buraya katılım bankaları da bir banka türü olarak girdi. Ticari bankalar da mevduat bankaları oldu. Kalkınma ve yatırım bankaları bu kanunun bünyesinde yer aldı. Katılım bankası nedir, hangi usullere göre para toplar ve hangi usule göre bunları değerlendirir gibi konular Bankacılık Kanunu’nda amir hüküm olarak yer aldı.

Mevduat bankaları ile katılım bankalarının benzer ve ayrışan yönlerini değerlendirir misiniz?

Türkiye’de katılım bankaları, mevduat bankalarıyla aynı kanuni zeminde benzer tüm bankacılık hizmetlerini üretiyor. Sadece vatandaştan para toplama ve o kaynağı ekonominin finansmanında kullandırılması noktasında faizsiz esaslara göre hareket ediyor.

Kamu yatırımları için katılım bankalarının sisteminin uygunluğu ile ilgili neler söyleyeceksiniz?

Katılım bankacılığı, belli bir büyüklüğe ulaştı. Yaklaşık 40 milyar dolarlık bir fon hacmi oluştu. Bizlerin bunları, altyapı yatırımları gibi uzun vadeli yatırımlara ayırabilmemiz lazım. Bankalarımız, bu tür uzun vadeli yatırımları kısmen yapar durumdalar. Bu süreçten itibaren belki uzun vadeli yatırımları özellikle altyapı yatırımlarını, kamunun üstlendiği yatırımları finanse eder duruma geleceğiz. İslam Kalkınma Bankası ile bu konuda bir çalışma grubu oluşturduk. Bazı büyük kamu yatırımlarının finansmanında sektör olarak birlikte yer alacağız. Özellikle kira sertifikası ihracı yoluyla finansmanlara katılabiliriz. Bu konsorsiyum şeklinde olacak. İslam Kalkınma Bankası, bu konuda bizle iş birliği yapabileceğini deklare de etti. Biz de bir çalışma grubu oluşturduk. Katılım bankaları, eskiden daha çok, kısa vadeli yatırımların finansmanına kaynak ayırırken artık uzun vadeli yatırımların finansmanına kaynak ayırır hale geldi. Bildiğimiz kadarıyla katılım bankalarının likidite ihtiyacını karşılaması geçmiş döneme nazaran daha kolay hale geldi. Bu nasıl oldu? Finansal büzülme anında likidite çok önemli hale geliyor. Finansal kurumların en büyük handikabı likidite yönetimi. Vatandaş parasını istediğinde onu emrine amade etmek zorundasınız. Bu nedenle biz de likidite konusuna çok hassas davranmak durumundayız. Katılım bankalarının likidite meselesini çözmede çok enstrümanı yoktu. Bu bağlamda ürün sıkıntılarımız vardı; ama artık Merkez Bankası katılım bankalarının ihtiyaçları anında onların elindeki menkul kıymetleri satın alarak, finansman sağlayabiliyor. Ayrıca şimdi Hazine, her yıl en az iki kez Türk lirası bazında kira sertifikası ihraç ediyor. Katılım bankaları da ihtiyaçları olduğunda onlardan temin edebiliyorlar. Dolayısıyla katılım bankalarının yönetimi de daha kolay hale geldi.

Türkiye bankacılık sektörü içerisinde katılım bankalarının pazar payı hakkında neler söyleyeceksiniz?

Bu sistemin niş bir piyasası var. Buralara daha çok faizsizlik prensibi olanlar, inançları gereği katılım bankalarını tercih ediyor. Bizlerin de bu niş piyasayı geliştirmemiz gerekli. İşimizi sürdürmek istiyorsak müşterimizin sadece inançlarından dolayı bizi seçmesinin ötesinde onlara kaliteli ve efektif hizmet sunmalıyız. Bu da kaliteyi, efektifi ve kaynakların daha iyi değerlendirilmesini sağlıyor. Kişi bankanın performansını yetersiz görüyorsa parasını çekip gayrimenkule ya da altına yatırıyor. Sonuç olarak, rekabet edebilir, enflasyona karşı yıpranmayan bir getiri mekanizması sağlamak durumundayız. Sermaye tabanlı büyümemiz lazım. Katılım bankaları için şube sayısı çok önemli ve bugün bu sayı 900 civarında. Türkiye’de bundan 30 yıl önce katılım bankacılığı yoktu. Sektöre payımız yüzde 5; ama ben bunu küçük görmüyorum. Bütün prensipleriyle, mevzuatıyla ve düzenlemesiyle bir sistem var ve burada da beş tane banka yer alıyor. Tam yetkili banka ruhsatları var ve faizsiz bankacılık hizmeti yapıyorlar, dünyayla entegreler ve uluslararası piyasada biliniyorlar. Fas’ta katılım bankası tanımı Türkiye’den ithal edildi. Bizim artık sektörün derinliğini, genişliğini ve etkinliğini artırmamız lazım. Bizim Türkiye’de katılım bankacılığına ihtiyacımız var ve olmaya da devam edecek. Bu reel bir sistem ve finansal sistemi bozmuyor. Çok güvenli, sağlam bir sistem.

Türkiye Katılım Bankalar Birliği’nin sektörün gelişimine katkı sunmak adına gerçekleştirdiği ve yer aldığı faaliyetlere değinecek olursak neler söylemek isterseniz?

Bankalarımız ve birlikteki komitelerimiz, ortak ürün oluşturabilmek ve geliştirebilmek adına çalışıyor. Dünyada olup da bizde olmayan ürünleri de yakinen takip ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde İslami Bankalarda Yenilikçi Ürün Geliştirme Çalıştayı adlı bir etkinlik düzenledik. Burada dünyadaki gelişmeleri, yurt dışından çağırdığımız uzmanlardan dinledik. Bizlere, değişik ülkelerdeki faizsiz finans uygulamalarını ve yeni ürünleri anlattılar. Bu konuların üzerinden çalışarak bir rapor haline getireceğiz, bunu kamuoyu ve bankalarla paylaşacağız. TKBB olarak bir de strateji belgemiz var. 2025 yılı için Türkiye Katılım Bankaları Strateji Belgesi’ni oluşturduk. Bu strateji belgesi kamu tarafından da itibar gördü. Çalıştay neticeleri İstanbul Finans Merkezi projeleriyle irtibatlandırıldı. Oradaki 7 Bileşenden oluşan İstanbul’u uluslararası bir finans yapma projesinin alt unsuru olarak faizsiz finansın geliştirilmesi konusu gündeme eklendi ve bu, TKBB tarafından takip ediliyor. Ayrıca bizler TKBB olarak bir çalışma daha başlattık. Bu kapsamda da sektörün algı ve itibarı üzerine profesyonel bir araştırma şirketine önemli sayıda anket ve derin görüşme yaptırıp sonuçlarını analiz ederek önemli bir çalışmaya daha imza atmış olacağız.

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@