Gelenekselden Moderne: İslami Finans

Mevzuat 05.11.2020, 02:00 13.02.2021, 02:02
Gelenekselden Moderne: İslami Finans

Toplumların zamana göre değişen mali ihtiyaçları akabinde farklı finansman ilişkileri ortaya çıkmıştır.

İslam iktisat tarihinin erken dönemlerinden itibaren tevhidin, adalet ve ahiret merkezli değerler üzerinde geliştiği söylenebilir. Müslüman toplumların tarihsel devreler içinde bu ilkeler ile örtüşen ya da çelişen pratikleri olmuştur. Farklı coğrafya ve kültürler arasında farklılaşan uygulamalarla iktisadi-mali deneyimler ortaya koyulsa da bu durum gerçeği değiştirmemektir. Erken dönemlerden itibaren piyasa, mülkiyet, servet, üretim, tüketim ve bölü- şüm gibi temel iktisadi kavram ve kurumlara ilişkin özgün bir paradigma ortaya konmuştur. Ancak yaşanan mali sü- reçler ve siyasi-askerî gelişmeler neticesinde inişli çıkışlı performanslar gösterilmiştir. Batı’daki bir dizi değişim sonrasında rekabet ve pazarlıklarla süregiden dönemler yaşanmış ve son iki asır içinde Batı karşısında belirgin bir ekonomik daralmaya uğranmıştır. Böylece mağlubiyet ikliminden çıkış yolları aranmış, dolayısıyla geleneksel yapının çözülmesine sahne olunmuştur.

Toplumların zamana göre değişen mali ihtiyaçları aka- binde farklı nansman ilişkileri ortaya çıkmıştır. İslam’ın erken döneminden itibaren “karşılıklı rızaya dayalı alış-ve- riş” olarak adlandırılmış ticari işlemlerin, borç (kredi) yo- ğunluklu bir karaktere sahip olmadığı aşikârdır. Bu durum insanların borç ilişkileri kurmadığı ya da farklı ödeme imkânlarına sahip olmadığı anlamına gelmemektedir.

Müslümanlar ve erken finansal işlemler

İslam’ın doğuşundan itibaren dönemin iki önemli gücü olan Bizans ve Sasaniler, bölgelerinde fetihler gerçekleş- miştir. Bu genişleme sürecinde Müslüman toplum, mevcut parasal geleneklerin bir bölümünü tevarüs etmiş, bera- berinde yeni bir ekonomik çevre ve altın-gümüş esaslı parasal sisteme dayalı ticaret ağını getirmiştir. Avrupa ve Bizans’ın parasal darlık yaşadığı dönemde ise Müslüman- ların bastığı altın dinar ve gümüş dirhemler prestij kaza- narak geniş bir ticareti nanse etmeye katkı sağlamıştır. İlk halifeler dönemi sonrasında İslam toplumları; Atlas Ok- yanusu, İspanya ve Çin sınırlarına ulaşan fetihleri sonunda yoğun iktisadi bir alana yayılmışlardır. Üretici, tüccar ve tüketici için ayrıntılı hukuki düzenlemelerin oluşturulduğu bu devrede, tabiatıyla ticarete-yatırıma yönelik nansman ihtiyacı da sözkonusu olmuştur.

Riba (faiz) yasağıyla birlikte, İslam dünyasında kredi mek- tupları (süftece), poliçeler, emre yazılı senetler ve çek kulla- nılmaya başlamıştır. Batı’nın XI-XII. yüzyıllarda tanışacağı bu tür araçlar, Müslümanların iktisadi faaliyette bulundu- ğu bölgelerde yaklaşık üç asır kullanılmıştır. Mudaraba (emek-sermaye) ortaklığı, Batı literatürüne commenda adıyla transfer edilmiş, yine tarife ve risk gibi bazı nansal terimler de bu şekilde aktarılmıştır.

Gelenekten moderne / karzdan krediye

Ticari- nansal alanı düzenleyici en önemli ilke olan faiz yasağı, hemen tüm dinlerin ortak kabulü niteliğindedir. Bununla birlikte Orta Çağ Müslümanları faiz mesafesini korumaya devam ederken, Avrupalılar Yeni Çağ başlarında mezhepsel yorumlarla bu sınırı resmî anlamda onaylana- bilir konuma taşımışlardır.

İslam dünyasında vadeyle satış yapan bir tüccar ya da karz olarak para veren kişi; işlemi kadıya tescil ettirmekte, bunu gösteren bir belge (hüccet) almaktadır. Bu belgede, işleme tanık olanların isimleri de kaydedilmektedir. Devlet adına alım yapıldığında ise bu işle ilgili görevlilerin, devlete ait mukataaları işleten mültezimlerden gerekli parayı tahsil ettikleri ve buna dair o yerin kadısından hüccet aldıkları kaydedilmektedir. Kişiler arası borç işlemlerinde ise borç tanıklığının (şehadet) bir yerden diğerine nakledilmesini sağlayan belgeler, borcu tahsil yetkisi verilen vekiller ve bir başka kişiye ödenmesi şartıyla birine mal vermek ya da verilen borcu bir başka şehirde geri almak (süftece) gibi uygulamalar yaygındır.

Osmanlı vakıfları, para vakıfları ve Finansman

Kamu ile özel sektör arasında gönüllü çalışan vakı ar, mo- dern devletlerin yapması beklenen mal ve hizmet arzlarını gerçekleştirmek suretiyle birçok yük üstlenmiştir. Muhtaç- ların, dul ve yetimlerin ihtiyaçlarını görmek üzere kurulan sayısız vakıf girişimi vardır. Bunlar aynı zamanda ticari, tarımsal ve sınaî işletmelere konu olmaları bakımından iktisadi hayata üretim, yatırım ve istihdam sağlamışlardır.

Vakıf düzeninde nansmanın kaynağını gayrimenkul ve menkul varlıklar oluşturmaktadır. Akar denilen; han, dükkân, arazi, çarşı, hamam vb. gayrimenkuller, vakfın esas konusunu belirlemektedir. Menkuller ise fonların biriktiği sandıklar üzerinden, ödünç faaliyetlerinde yer almaktadır. Vakfedilen gayrimenkul veya menkul mallar asl-ı mal olarak adlandırılmaktadır. Elde edilen gelirlerle (kira gelirleri, menkullerin işletilmesiyle elde edilen nema gelirleri) eğitim, din, sağlık, bayındırlık kurumları ve diğer sosyal hizmetler nanse edilmektedir. Vakıf tecrübesinde, modern devletlerde gördüğümüz hasta, engelli, yoksul, dul, yetim ve yaşlı gibi ihtiyaç sahibi toplum kesimlerine yönelik toplumsal dayanışma ve yardımlaşma temeli görülmektedir.

Para vakı arında ise vakfedilen nakdin aslı korunarak, çeşitli şer’i yöntemlerle işletilmesi ve elde edilen gelirle- rin, kaydedilen ilgili alanlara sarf edilmesi sözkonusudur. Böylece para vakı arı, küçük birikimlerin ihtiyaç sahip- lerine sermaye olarak dağıtılmasında önemli bir işlev görmektedir. Vakfın yönetiminden sorumlu mütevelliler, sağlanan fonların geri ödenmesini temin edebilmek ve vakfı zarara uğratmamak adına çeşitli güvenceler iste- mişlerdir. Rehn-i kavî (sağlam ipotek) veya ke l-i melî (varlıklı ke l) gibi şartlar koyarak işlem yapmaya, güven vermeyenlerle ise iş tutmamaya özen göstermişlerdir. Yine şer’i hadleri (genellikle yüzde 15) aşan borçlanmaları ve açık faiz işlemlerini (ribahorluk) izlemeye alarak engelleme çabası içine girmişlerdir.

Geç dönem Osmanlı/ İslam finansman örnekleri

Klasik dönem içinde Osmanlı vergi gelir kaynaklarının, “iltizam” ve “malikâne” gibi uygulamalarla kamu nansma- nını sağlamaya çalıştığı bilinmektedir. Osmanlı’nın XVIII. yüzyılın sonlarında uygulamaya koyduğu ve 1860’lara dek sürdürdüğü bir tür iç borçlanma uygulaması olan “esham” da bunlardan biridir. Esham; devletin vergi gelir kaynak- larını konu almaktadır. Bu işlem devlete ait bazı vergi kaynaklarının yıllık parasal gelirlerinin sehimler (pay) biçiminde ve “muaccele” (peşin) karşılığı özel şahıslara ömür boyu satılmasıdır.

Mehmet Genç, bu uygulamanın hukuki anlamda faiz olup olmadığı konusunun tartışmaya açık olduğunu ancak günümüz pratiği açısından faize çok yakın bir niteliğe sahip olduğunu ifade etmektedir. Eshamın, sehim sa- hibinin ömrü gibi belirsiz bir koşula bağlanmasının ise sigorta primine benzer bir yapı taşıdığını kaydetmektedir. 1860’larda satış hacmi artan eshamın, dış piyasalara arzıyla farklılaşarak modern tahvillere benzediği anlaşılmaktadır. Esham, kamu nansmanında dış borç imkânının artışıyla birlikte sona erdirmiştir.

Başvurulan diğer nansman yöntemleri arasında fon- ların toplandığı ve şer’i yöntemlerle işletildiği sandıklar (avarız, eytam) vardır. 19. yüzyılda Osmanlı çiftçilerinin nakit ihtiyaçları sarra ar, tefeciler veya tüccar tarafından karşılanmış, tarımsal üreticinin nansmanına yönelik olan ilk sandık, Tuna Valisi Mithat Paşa’nın girişimiyle 1863’te kurulmuştur. “Memleket Sandıkları” adıyla bilinen bu fon havuzlarının sermayesi, 1867 sonu itibarıyla 20 milyon guruşa ulaşmıştır. Boş arazilerin işletilmesi, ürünlerin satışı ve üye çiftçilerin aidatları gibi kaynaklardan sermaye oluşturan bu kurumlar, batık krediler nedeniyle sıkıntı çekmeye başlamıştır. Bu sebeple sandıklara, öşrün onda biri oranında ek vergi konarak 1883’te “Mena -i Umumiye Sandıkları” adıyla sürdürülmeye çalışılmış fakat mali sıkıntılar sonrası, 1888’de Ziraat Bankası’na dönüştürülmüştür.

Sözkonusu arayışlar, sadece iktisadi- nansal alana değil neredeyse tüm toplumsal alanlara sirayet etme eğilimi- ni temsil etmektedir. Müslümanların kendi değerler sis- teminden hareketle geliştirmeye çalıştıkları ve önemli örneklerini de ürettiği siyasi-iktisadi-kültürel varlıkları, son iki yüzyılda yaşanan travmatik gelişmeler sonucu, paradigmatik bütünlüğünden giderek kopmaya yönelerek adaptif karakterli bir duruma evrilmiştir. Bahsi edilen ku- rumların açık ve yaygın biçimde faiz temelli işleyişe sahip kurumlardan ideal anlamda farklılaşmaları mümkün ol- mamakla birlikte çalışma ilkeleri bakımından farklılaşma çabası içinde oldukları teslim edilmelidir. Buradaki temel sorun konvansiyonel iktisadi- nansal sistemi dönüştü- rebilme yönünde sahip oldukları potansiyel ve iradedir. Sorunun bir yönü adı geçen kurumlarla ilgili ise diğer önemli yönü de muhataplarla (müşteri, mudi vb.) ilgilidir. Siyasal otoritenin yaklaşımı yanında toplum kesimlerinin iktisadi hayata ilişkin tutum ve beklentileri de sürecin belirleyicileri olarak öne çıkmaktadır.

Dilemmanın niteliği ve önerileri

Küresel iktisat ve nans ağının dayattığı koşullara rağmen Müslüman toplumlar, mensubu oldukları dünya görüşünün ilke ve duyarlılıklarını nasıl ve ne ölçüde temsil edebile- ceklerdir? Kanaatimizce sorun, borç-alacak dinamiği üze- rinden kurgulanan mevcut nans sisteminde, fon toplama ve varlık toplamı içindeki payı artırmaktan daha derin köklerle ilişkilidir. İşleyişin temel karakterini dönüştürmek iddiası “mevcut ekonomik kısıtlar ve sorunlar” gerekçe gösterilerek gerçekçi olmamakla eleştirilirken başkaca bir çıkış yolu da önerilmemektedir. Böylece sistemin yaşadığı krizlere rağmen kendisini yeniden üretmesine dolaylı da olsa katkı sunulmaya devam edilmektedir.

Sonuç olarak İslami nans, geleneğe yaslanma iddialarına rağmen bir yönüyle geleneği araçsallaştırarak modernin zorlayıcı ya da ayartıcı etkileri altında gelenekten bir tür kopuşu temsil etme riskini de bünyesinde barındırmak- tadır. Müslüman toplumların tarihsel deneyimleri öğretici olmak bakımından olumlu/olumsuz örnekleriyle keşfedil- meyi ve dikkatli bir muhasebeyi gerektirmektedir. Bu ise sözkonusu mirası ne tümüyle kutsayanların ne de onu değersiz sayanların başarabileceği bir iş olacaktır.

İstanbul Üniversitesi İktisat Tarihi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Ömer Karaoğlu

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@