11.05.2021, 03:45

Hile-i Şeriyye Ve Katılım Finans

Faiz haram olduğu gibi, faizi hedefleyen faiz hilesi de haramdır.

Katılım bankalarının yaptığı işlemler, zaman zaman hile-i şeriyye kavramıyla ilişkilendirilmektedir. Buna göre; mevcut durumda katılım bankalarının ve katılım finans kurumlarının dolambaçlı (hile-i şeriyye) yollarla faizli işlem yaptığı, bu sebeple konvansiyonel bankalardan yegâne farkının bu olduğu söylemi ortaya konulmaktadır. Buna karşılık katılım bankalarının hile-i şeriyye yoluyla faizli işlem yapmadığını, aksine bazı işlemlerde fıkıhta var olan şeri çareler kullanılarak faizden kaçınıldığını savunan bir başka söylem de vardır.

Şunu hemen ifade etmek gerekir ki katılım bankacılığı ve İslami finans, kapitalist ekonomik sistemde kendi ilkeleriyle ayakta durmaya ve alternatif olmaya çalışmaktadır. En temel özelliğiyse insanlığın baş belası, ekonomik sömürü enstrümanı ve haksız kazanç olan faize karşı faizsizlik esasını benimsemiş olmasıdır. Faizin dünya ekonomisinde meydana getirdiği olumsuzluklara karşı sadece Müslümanlar değil, Müslüman olmayanlar da alternatif aramaktadır. Başlangıçta faize karşıyken zaman içerisinde dirençleri kırılarak çeşitli gerekçelerle faizi meşrulaştıran Yahudilik ve Hristiyanlık, faize teslim olup “faizsiz ekonomi düşünülemez” söylemini benimsediği hâlde İslam faiz karşıtı söyleminden taviz vermemiştir. Bunun için faiz karşısında en doğru alternatif İslami ekonomik sistemdir. Bu sistemi bugün itibarıyla temsil etmeye çalışanlar katılım bankaları veya İslami finans kurumlarıdır. Bu sebeple sözkonusu kurumların yaptıkları işlemlerin elbette şaibeden uzak olması gerekir. Mevcut uygulamalarda bir takım problemler varsa onlar da hızlıca revize edilmelidir.

Katılım bankalarının hile-i şeriyyelerle ayakta durduğu şeklindeki iddiayı tahlil etmek üzere hile-i şeriyyenin mahiyeti, ekonomik işlemlerde başvurulma keyfiyeti ve katılım finansın bununla ilgisini ele almaya çalışalım. Hile kelimesinin dilimizdeki kullanımı ile İslam hukukundaki hile-i şeriyye tamlaması arasında hedef ve sonuçları bakımından ciddi farklar vardır. Dilimizde hile; haksızlık yapmak, aldatmak, gerçekte yapmadığı işlemi yapmış gibi göstermek ve bu yolla kendisine menfaat sağlarken karşı tarafı da zarara uğratmak gibi anlamlara gelmektedir. İslam bu şekildeki hilenin her türlüsünü yasakladığı gibi faiz konusunda da böyle bir dav ranışı onaylamaz. İslam hukukunda özel bağlamda belli bir işlem mantığı için kullanılan hile ve hile-i şeriyye kavramları vardır. Bununla esas kastedilen karşı tarafı aldatmak olmayıp, zor durumdaki kimse için ilkeyi zedelemeden hukuka ve dine uygun bir çıkış yolu, çözüm/çare bulmaktır. Bir başka anlatımla hile-i şeriyye; müşkül durumdaki ferdi kurtarmak ve hareketlerinin meşru dairede kalmasına yardımcı olmak, harama düşmesini önlemek, ona çare ve tavsiyeler sunmaktır. Bunun için mahlas-ı şeri ve mahrec-i şeri kavramları da kullanılır. Birincisi dinen kurtuluş yolu, ikincisi ise dinen çıkış yolu demektir. Bu yolla meşru vasıtaları kullanarak meşru sonuçlara, gayrimeşru vasıtalarla gayrimeşru sonuçlara, gayrimeşru vasıtalarla meşru sonuçlara ve meşru vasıtaları kullanarak gayrimeşru sonuçlara ulaşmak mümkündür.

İslam hukukunda; hile-i şeriyye ile zaman zaman bir akdin taraflarının, hakiki maksatlarını üçüncü şahıslardan gizlemek için önceden bu yolda anlaşmaları ifade edilir. Bu işlemlere muvazaalı akit denir ve hukuki sonuçları buna göre değerlendirilir. Mesela Bey‘u’l-îne, hülle gibi meşru vasıtaları kullanarak gayrimeşru sonuçlara ulaşmak bir hile-i şeriyye örneğidir. Hile-i şeriyyenin oluşması için yapılan muamelenin şekil bakımından kusursuz ve hukuka uygun olması gerekir. Böyle bir hileyi her zaman kanuna karşı hile anlayışı ile özdeşleştirmek doğru olmaz. Zira Hanefi hukukçu İbn Nüceym’in ifadesiyle bu hile ile dinî bir hadisede sıkıntıya düşen kimse için dine ve hukuka uygun bir kurtuluş/çıkış yolu (mahlâs-i şeri) hedeflenmiş de olabilir. Ancak hilenin şeran kabul edilemez olması için de kanun koyucunun vazettiği normun ruhuna ve maksadına aykırı bir sonuç doğurması ve hile kastı taşıması gerekir. Bu tür işlemlerde böyle bir kasıt yoksa hile gerçekleşmiş olmaz.

Olumsuz anlamdaki hile-i şeriyyede ortada görünüş ve şekil bakımından hukuka uygun bir işlem vardır. Ancak bununla, hukukun ve dinin yasakladığı bir sonuçtan kurtulmak değil, hukukun yasakladığı bir sonuca ulaşma amacı sözkonusudur. Şayet dış görünüşe itibar edilirse bu tasarruf hukuka uygun ve geçerlidir fakat maksat esas alınırsa işlem hukuka aykırıdır. İslam hukuku açısından bakıldığında bir işlemin hukuken (kazaen) geçerli olması ile dinen (diyaneten/vicdanen) geçerli olması arasında da fark vardır. Buna göre bir işlemin meşru olmasında şekil şartları kadar gönül huzuru da önemlidir. Bunun için Hz. Peygamber’in “Müftüler sana fetva verse de sen kalbine danış” buyurduğu nakledilmiştir. Bu noktada hile-i şeriyyeye başvurarak işlem yapan kişinin vardığı sonuçtan hukuki olarak istifade edip edemeyeceği meselesi ortaya çıkmaktadır. Meşru vasıtaları kullanarak gayrimeşru sonuçlara ulaşmak amacıyla yapılan muamelenin hükmü konusunda İslam hukukçuları farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Hanefiler ve Şafiiler genel olarak, geniş anlamda ele aldıkları hileyi harama düşmemek, yasakları çiğnememek için caiz görürken, hileye karşı çıkan Hanbeliler ve Malikiler dar anlamından hareketle harama götürdüğü, yasakların bu yolla çiğnendiği gerekçesiyle onu reddetmişlerdir. Şunu da ifade etmek gerekir ki Hanefi mezhebi imamlarının meşru vasıtaları kullanarak gayrimeşru neticelere ulaşma kastıyla yapılan muamelelere cevaz vermedikleri anlaşılmaktadır. İmam Şafii ise, hukuki işlem ve ilişkilerde istikrar ve hukuk güvenliğini sağlamak için objektif ve şekli kuralları uygulamak gerektiğini söyler. Ona göre dar anlamdaki hileli işlemler hukuki açıdan geçerlidir, vicdani kısım ise Allah’a havale edilir. Çünkü İslam hukukunda modern hukuktan farklı olarak, hilenin hukuki müeyyidesinin yanı sıra dinî ve ahlaki sonuçları da tartışılır. Burada da niyet belirleyicidir. Hile-i şeriyyenin caiz olması, İslam’ın hükümlerine uymayan sebepleri kullanmaya cevaz vermek anlamına gelmez. Aksine böyle sebepler kullanıldığında bundan hasıl olacak hükümler muteber olur demektir. Bu noktada alınan veya alınacak faizi kamufle etmekle faize düşmemek için yol ve çare aramak ya da yapılan işlemi faizli olmaktan kurtarmaya çalışmak aynı şey değildir.

Hristiyanlıkta da Orta Çağ’a kadar yasak olan faiz önce faiz hileleri yoluyla meşruiyet kazanmıştır. Yasakla ekonomik hayatın akışı birbirine uymamış, uygun çözüm üretmek yerine yasağın olduğu gibi uygulanmasında direnen Hristiyan din adamları ve özellikle Katolikler hileli yollarla faiz alınmasının önünü açmışlardır. Zamanla yatırım alanlarında tefeciliğe karşı olan kanunun uygulanması giderek daha maliyetli olmaya başlamış ve insanlar yasağın etrafından dolaşarak çeşitli faiz hilelerine başvurmuşlardır. Artık işlemlerin içeriğinden ziyade biçimiyle ilgilenilmeye başlanılmıştır. Sonuçta yasak uygulanamaz hale gelmiş ve hükmün kendisi itibarsızlaşmaya başlamıştır. Calvin gibi din adamları bile faizle ilgili kutsal metinlerde yer alan yasakların tarihsel olduğu kanaatini ortaya koyarak şartların değiştiğini ve faizin sermayenin kârı olduğunu söylemiştir. Bu sebeple İslam’da kabul edilebilir hileleri bile genel kural haline getirmek, faiz hassasiyetinin aşınmasında son derece tehlikeli bir yoldur.

Bugün İslami finansı dünya ölçeğinde temsil eden faizsiz bankalar, İslami finans kurumları ve Katılım Bankaları vardır. Bu kurumlarda yapılan işlemlerin zaman zaman faiz hilesi olduğuna dair bir takım görüşler ileri sürülmektedir. Ancak bu konuda genel bir eleştiri yerine, faiz hilesinin olup olmadığını tespit etmek için işlem bazında değerlendirme yapmak daha doğru bir yaklaşım olabilir. Son olarak İslami finans kurumlarının uygulamaya çalıştıkları işlemleri caiz gören İslam hukukçuları olduğu gibi, faiz hilesi yaptıkları gerekçesiyle caiz görmeyen ve işlem bazlı değerlendirme yapan İslam hukukçuları da vardır. Ancak henüz emekleme evresinde sayılan bu kurumların faizli dünya finans piyasası içerisinde küçük de olsa faizsiz bir alternatif oluşturmaya çalıştıkları unutulmamalıdır. Bu kurumların gerçek bir alternatif oluşturmaları güçlü finans kaynağı yanında alternatif ürün geliştirmeye ve özel kanuna ihtiyaç göstermektedir. Zira faizsiz borç verme (karz-ı hasen), ödeme imkânı olmayan borçlulara ek süre verme gibi hususlar ancak güçlü bir finans kaynağı sayesinde gerçekleşebilir.

Bunun için sözkonusu kurumların, temel İslami ilkelerden ve onları faizsiz alternatif yapan değerlerden taviz vermeden yollarına devam etmeleri gerekir. Bunu yaparken hileli yollarla faize ulaşma amacı taşımadıkları sürece, işlemin şeklini ve yönünü değiştirip faize düşmekten kurtulmaları hile sayılmaz. Bunun için faiz hassasiyeti taşımak zorunda olan Müslümanların bir taraftan bu kurumları korurken ve desteklerken bir taraftan da yaptıkları işlemleri kontrol etmeleri gerekir. Kurumların da yanlış uygulamalarını değiştirmeleri ve helal alternatifler peşinde olmaları bir vecibedir. Müslümanların faize teslim olmaları ve faizsiz alternatif oluşturmamaları faiz alıp vermeleri kadar veballidir. Aynı zamanda faiz haram olduğu gibi, faizi hedefleyen faiz hilesi de haramdır.

TKBB Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Abdullah Kahraman

İçeriği Katılım Finans 25. sayısında görüntüleyebilirsiniz. (Hile-i Şeriyye Ve Katılım Finans)

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@