Öğrenmeyi Öğrenmek

Finansal Okuryazarlık 27.07.2020, 15:55
Öğrenmeyi Öğrenmek

İnsanlık tarihindeki tüm bilimlerin gelişmesinde insanların öğrenebiliyor olma becerisi yatar. İnsanlar önce avcılığı sonra tarım yapmasını öğrendi. Daha sonra demiri eriterek hayatlarını kolaylaştıracak araç gereçler yapmayı öğrendi. Daha sonra elektrik, bilgisayar, internet… İnsanlar için önemli olan öğrenmenin temelinde nelerin yattığına bakalım.

Bana göre öğrenmenin temelinde üç husus bulunuyor.

Bunlardan biri öğrenme amacıdır. Michel de Montaigne “bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder. Çünkü her yerde olmak, hiçbir yerde olmamaktır” der. Öğrenmenin amacı da ruhumuzu tatmin edecek gerçekleri tanımak ve merak ettiklerimizi bilgiye aç olan zihnimizle buluşturmaktır.

Bir diğer husus öğrenme isteğidir. Öğrenmenin içsel bir motivasyon olduğunu ve kişinin ancak kendisi isterse öğrenebileceğini düşünüyorum. Ecdadımız öğrenme isteğinin önemine dikkat çekmek istemiş olmalı ki öğrenci yerine “talebe” ismini kullanmış. Öğrenmek için talep etmek gerekir. Öğrenme isteğimiz amacımız ile doğru orantılıdır. Öğrenme amacımıza olan inancımızın artması öğrenme isteğimizin artmasını sağlayacaktır.

Son temel husus da öğrenmenin nasıl yapılacağıdır. Yani öğrenmenin nasıl öğrenileceğidir. Juvenalis “herkes öğrenmek ister ama kimse bilginin bedelini ödemek istemez” der. Gelin “öğrenmeyi öğrenmenin” bedelinin ne olduğuna benim gözümden bakalım.

İnternet yaygınlaşmadan önce bilgiyi kitaplardan, öğretmenlerden, eğitmenlerden ve ustalarımızdan alıyorduk. Almaya da devam ediyoruz. Geçmişten farklı olarak yüz yüze değil de daha çok sanal ortam aracılığıyla bilgi akışını sağlıyoruz. Bu nedenle internetin yaygınlaşmasıyla birlikte farklı alışkanlıklar edinmeye başladık. Sanırım bu yöntem bize daha kolay geliyor. Daha az efor sarf ettiğimizi ve istediğimiz zaman bilgiye erişebildiğimizi düşünüyoruz. Bersin & Deloitte’un araştırmasına göre çalışanların %70’i işyerindeki soruların cevaplarını arama motorlarında aratıyor. Yine aynı araştırmada çalışanların haftada 9,5 saatini aradıkları bilgiye ulaşmak için harcadığı belirtiliyor.

İhtiyaç duyduğumuz bütün bilgiler arama motorlarında var mı?

Sanırım çoğunluğumuzun cevabı fazlasıyla var diye olacaktır. Peki bu cevaplar gerçekten ihtiyacımızı karşılıyor mu? Bana göre sadece bilgiye erişmek ihtiyacımızı karşılamayabilir. Arama motorlarında bulduğumuz bilgiyi nerede kullanacağımızı ve bu bilginin bize ne fayda sağlayacağını bilmemiz gerekiyor.  Çünkü bilgiyi beynimizde nasıl işleyeceğimizi veya nasıl yorumlayacağımızı bilmiyorsak kafamız daha da karışabilir ve dikkatimiz dağılabilir. Peki bunun önüne geçmek için nasıl bir yol izlemeliyiz?

Bu karmaşık durumdan kurtulmak için öncelikle öğrenme stilimize göre yöntem ve teknikleri belirlemeliyiz. Bu yöntem ve teknikleri de gerçek hayatımızda uygulayabiliyor olmamız gerekiyor. 21. yüzyıl yetkinlikleri arasında gösterilen “Cognitive Load Managament” yetkinliği ile bu sorunumuzu çözebilir miyiz? Bence çözebiliriz. Bu yetkinlik, maruz kaldığımız yığınla bilgiyi kendi arasında bir önem sırasına koyabilme ve bazı teknik ve araçları kullanarak bunları düzenleyip yönetebilme olarak açıklanıyor. Bu kavramı daha iyi anlamak için Cognitive Load Theory’sinin (Bilişsel Yük Teorisi’nin) detayına bakmak gerekir.

Bu teori 1980’lerin sonunda John Sweller tarafından yapılan bir problem çözme çalışmasında geliştirilmiştir. Sweller, bu tekniğin öğretim sistemleri tasarımında kullanılması durumunda öğrencilerdeki bilişsel yükün azaltabileceğini ve daha kaliteli ve daha kalıcı bir öğrenmenin sağlanabileceğini savunuyordu. Peki bu teori nasıl bir çözüm sunuyor?

Bilişsel yük, çalışan belleğin bir defada tutabileceği bilginin miktarı ile ilgilidir. Sweller, beynin bu kısmının bilgileri işlediğini ve bu sayede uzun süre bellekte tutabildiğini aktarıyor. Çalışan belleğin kapasitesinin sınırlı olduğundan, öğrenme yöntemindeki gereksiz aktivitelerin filtrelenmesi durumunda daha kalıcı bir öğrenmenin gerçekleşeceğini savunuyor. Ayrıca bilişsel yük sürecinin herkes için aynı olmadığını ve farklı özelliklerdeki insanlarda da bu durumun değişebileceğini aktarmaktadır.

Karşılaştığımız yığınla bilgiyi önem sırasına koyup gereksiz bilgilerden kurtulmaya çalışmalıyız. Ayrıca bu yöntemi tüm öğrenme sürecimizde kullanarak yüksek verim sağlayabiliriz. Böylece belleğimizde daha değerli bilgiler işlenecek ve onları uzun süre unutmayacağız. İhtiyaç duyduğumuz zaman hatırlayarak o bilgilerden faydalanabileceğiz.

Kişiselleştirilmiş öğrenme tasarımı

Yukarıda “öğrenme stilimize göre yöntem ve teknikleri belirlemeliyiz” diye bir ifade kullanmıştım.

Prof. Dr. Rita Dunn’ın 1960’lı yıllarda ortaya çıkardığı Öğrenme Stilleri Modeli kişilerdeki öğrenme sürecinin farklılaşabileceğini göstermiştir. Öğrenme Stilleri Modeli zaman ilerledikçe başkaları tarafından geliştirilmiştir. Çok farklı öğrenme stilinden bahsedilse de genelde üç başlık altında incelenir.

Görsel:

Simgeler, poster, fotoğraf, şema, grafik vb. görsel araçlarla daha kolay öğrenebilen insanların stilidir. Düz anlatımdan yani bir eğitmenin sunumdaki verileri aktarmasından yeterince faydalanamazlar. Öğrendikleri konuları görsel hafızlarında saklar ve hatırlamak istediklerinde gözlerinin önüne getirmeye çalışırlar.

İşitsel:

Konuşarak, tartışarak ve dinleyerek daha kolay öğrenebilen insanların stilidir. Yabancı dil öğreniminde başarı oranları yüksektir. Bir olayı kavramaları için birinin ona anlatması gerekebilir. Özellikle eğitimlerdeki grup çalışmalarında konuşma ve dinleme fırsatı olduğu için daha iyi öğrenebilirler. Gözle okuma yapamayıp kendi sesini duyabilecek kadar sesli okurlar. Okumaktan çok dinlemeyi severler. Bir örnek ile açıklayalım:

İş hayatında çokça duyduğumuz bir ifade vardır. “O kadar mail attım. Bazı arkadaşlar hala telefon ile arayıp öğrenmek istiyor.” Öğrenme Stili modeline göre bu arkadaşlarımızın öğrenme stilinin işitsel ağırlıklı olduğu ve işitsel eylemlerle daha kolay öğrenebileceği varsayılıyor.

Kinestetik / Dokunsal:

Bazı insanlar yaşayıp denemeden bir şey öğrenemediğini söyler. Bu kişiler sınıftan çok atölyede eğitim almayı tercih eder. Öğrenmek için anlatılarak ya da gösterilerek yapılan bir aktiviteye değil kendisinin uygulayabileceği bir ortama ihtiyaç duyarlar. Hareket etmeyi çok severler.

Grinder’in araştırmasına göre her 30 kişiden 22’si en az iki öğrenme stiline sahip olduğu belirtiliyor. Bu nedenle bir kişi her üç öğrenme stiline veya üç öğrenme sitilinden ikisine sahip olabilir.

Burada kurumsal akademilere ve öğretim kurumlarına çok büyük bir iş düşüyor. Özel bir grup değilse hazırladıkları bir eğitim programının her üç stildeki katılımcının da öğrenebileceği şekilde tasarlamaları gerekir. Bir örnek eğitim vakası ile açıklamaya çalışayım.

Eğitmen, katılımcıları gruplara ayırarak onlara bir satış stratejisi oluşturma senaryosu verir. Bu Satış stratejisi oluşturma talimatının yazıldığı kâğıdı gruplara dağıtır ve bir satış stratejisi oluşturma diyagramını projeksiyon ile yansıtarak(görsel) katılımcılara anlatır. (İşitsel). Ayrıca stratejiyi belirlemek adına grupların konuşarak tartışması için süre verir. (İşitsel) Daha sonrasında gruplar satış strateji oluşturup satış yapmaya başlar. Katılımcılar satış anını bir drama ile uygular. (kinestetik/dokunsal)

Böylece farklı öğrenme stilindeki katılımcılar kendi stiline göre derse katılım sağlayıp konuyu daha iyi öğrenebilir.

Şu ana kadar dile getirdiklerimizi toparlamak gerekirse bana göre şu konulara odaklanmalıyız:

Sunulan taslak öğrenme programları bize uymuyorsa kendimize özel bir program tasarlayarak öğrenmemizi verimli hale getirebiliriz. Böyle bir imkânımız yoksa ekleme ve çıkarmalar yaparak eğitim programını kendi stilimize göre dönüştürebiliriz. Bir öğrenme planı hazırlarken dikkat edeceğimiz kritik noktaları aşağıda sıraladım.

  • Öğrenme hedeflerini küçük parçalara bölerek bir plan hazırlayın.
  • Planda bir değişiklik yapılması gereken durumlarda yapılan değişikliğin öğrenme hedefimizi etkilememesi gerekir. Bu nedenle yapılan planın olabildiğince esnek ve plana uymanın kolay olması gerekir.
  • Yapılacak öğrenme planı sizi konfor alanından çıkarmalı.
  • Farklı öğrenme yöntemleri deneyin. Böylece hangi yöntemde daha iyi öğrendiğinizi öğrenebilirsiniz.

Kurumsal akademiler ve öğretim kurumları herkese aynı şekilde verilen bir eğitim programı ile değil kişiselleştirilmiş programlarla çalışanlarının ve öğrencilerinin karşısına çıkmalıdır.

“Geleceğin cahili, okumayan kişi olmayacaktır. Nasıl öğreneceğini bilmeyen kişi olacaktır.”   Alvin Toffler

 Mahmut ATABAY

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@