İslam’da Sosyal Devlet Anlayışı

İslam’daki sosyal devlet anlayışı, kamunun yetişemeyeceği durumlarda bireylere çeşitli sorumluluklar yükler.

Dergi 16.07.2020, 00:53
İslam’da Sosyal Devlet Anlayışı

İslam’daki sosyal devlet anlayışı, kamunun yetişemeyeceği durumlarda bireylere çeşitli sorumluluklar yükler.

Sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri minimize edecek, toplumsal refahı ve adaleti maksimize edecek ideal iktisadi-politik düzenin ve bunu sağlayacak adil bir devletin mümkün olup olmadığı önemli tartışma konularındandır. Sosyal adalet ile toplumsal refahın bir yönü genel makro çözümler iken önemli bir diğer parçası da kalkınmanın topluma yayılması ve yerel potansiyelin etkin kullanılmasıyla ilgilidir. Sosyal adaleti ve refah toplumunu sağlayacak önemli yapılardan biri de bu yazının konusu olan muhafazakâr veya modern sosyal devletlerdir.

Sosyal devleti nasıl tanımlayabiliriz?

Sosyal devlet; emeğin hak ettiği geliri alabilmesi, sürdürülebilir büyüme, kriz yükü ve risk paylaşımı, iyi işleyen yeniden dağıtım mekanizmaları, evrensel temel gelir, sosyal destek, faiz-haksız kazanç yasağı ve daha adil vergi sistemleri gibi yaklaşımları benimser. Ardından da sosyal adaleti, fırsat eşitliğini, adil gelir dağılımını, yoksullukla mücadeleyi, servet denkliğini, sosyal risklere karşı güvenceyi ve iktisadi eşitliklerin sağlanmasını amaçlar. Bu da iktisattaki Keynezyen ekolün devlet merkezli yeni ekonomi modelini akla getirir.

Refah devleti yaşam kalitesine önemli katkılar sundu

Sanayi Devrimi’nin önemli bir yan ürünü olan modern refah devleti, yaşam kalitesini artırma ve gelir adaletsizliğini azaltmada önemli katkılar sunmuştur. Bu yapı, özellikle 1930’lardaki buhran ve yıkıcı savaştan sonra daha kurumsal bir kimlik ile sosyal ve ekonomik yaşama dokunmaya başlamıştır. II. Dünya Savaşı sonrasının ulus devletleri ve ağırlığı artan liberal ekolü de varlığının devamı için refah devleti uygulamalarını benimsemiştir.

Farklı versiyonları bulunuyor

Sosyal devletin liberal, sosyal demokrat veya İslami/muhafazakâr versiyonları mümkündür. Ancak yükü genç nüfus ve vergiler üzerine yığılan sosyal demokrat ve liberal refah devleti uygulamalarının, son dönemde önemli yara aldığı görülmektedir. Nüfusun yaşlanması, salgınlar, sıklaşan ekonomik daralmalar, üretimin-gelirin küçülmesi, sağlık sistemi ile ilgili sıkıntılar, işsizlik sorunu ve gelir akışı eşitsizlikleri modern sosyal refah uygulamalarını negatif etkilemektedir. Bu noktadaki temel sorulardan biri de zekât gibi muhafazakâr alternatiflerin bu açığı kapatabilme durumudur.

İslam’daki sosyal devlet anlayışının diğerlerinden farkları

İslam’daki sosyal adalet anlayışı, sosyalizm ve kapitalizm gibi daha yeni akımlardan farklı olarak eşitsizliklerin-noksanlıkların paylaşım ve hayırseverlik yoluyla giderilmesini öngörmektedir. Sözkonusu anlayış, pazar ekonomisinin daha adil ve ahlaki işleyişiyle ilgilenir. Özellikle de devletin, modern yaşamın karmaşası ve asimetrik bilgi akışı nedeniyle yetişemeyeceği durumlarda bireylere sorumluluklar yükler. Vakıf, dernek, hastane, aşevi, yurt ve hatta bireysel sadaka veya bağışlarla sosyal devletin açıklarını kapatır. İslam’da devlet, siyasi-idari bir organizasyon olmanın yanı sıra hak ve hukukun egemenliğini, eşit muameleyi, fırsat eşitliğini; asgari yaşam standartlarını, eğitimi, sosyal güvenliği ve sağlık gibi temel hizmetleri sunan bir organizasyon olarak da görünür. Örneğin İslam düşünürü İbn-i Haldun, iktisadi kalkınmanın hayati önemdeki sosyo-ekonomik ve ahlaki yönlerine de dikkati çeker. Zira Osmanlı İmparatorluğu’nu da yüzyıllar boyu güçlü kılan, diğer dinlere mensup insanlar için cazibesini artıran ve Topkapı Sarayı’nın en yüksek noktası olan kuleye de adını veren adaletli yönetimidir.

Modern sorunlar

Dijitalleşme, otomasyon ve iklim değişikliği başta olmak üzere küresel dönüşüm; gelir eşitsizliği, hayat standartları ve istihdam fırsatları gibi noktalarda ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Teknoloji ve iş yaşamındaki değişimler de istihdam ihtiyaçlarını ve kalifiye olmayan iş gücünün gelirlerini ciddi anlamda düşürmektedir. Yanı sıra sıklaşan ekonomik daralma dönemleri de işsizlik artışları, vergi gelirlerinde azalışlar ve sosyal destek ihtiyaçlarında yükselmeler meydana getirmiştir. Bu durum da sosyal harcamalar ile gelir ve yaşam kalitesindeki düzelme taleplerini artırmakta ve sosyal devleti zorlamaktadır. Düşük gelir seviyesine sahip grupların eğitim, sağlık, sosyal sigorta ve yüksek gelirli işlere eşit erişim hakkı ve işe yerleşimlerde liyakatin garanti edilmesi zorlaşmaktadır. Örneğin, eşitsizliklerin sürekli artış gösterdiği ABD’de yapılan araştırmalar; aile gelirleri ile üniversitede okuma arasında güçlü bir pozitif ilişki olduğunu göstermektedir. Bu da eşitsizliklerin kalıcı olarak topluma yansıması anlamına gelmektedir. Son yılların kronik krizlerinin önemli özelliklerinden biri de hem kriz sırasında hem de kriz sonrası müdahalelerde işini ve birikimini kaybedenlerin daha çok dezavantajlı, yoksul kesimlerden oluşmasıdır. 2008 Krizi sonrası genişleme adımlarının artırdığı eşitsizlikler, bu noktada verilebilecek bir başka güzel örnektir.

İhtiyaçların doğası değişiyor

Öte yandan 1980’lerden 2010’lu yıllara kadar hem Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) ortalamasında (yüzde 15’ten, yüzde 22’ye) hem de Türkiye’de (yüzde 2’den, yüzde 12’ye) sosyal harcamaların Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’ya (GSYİH) oranı artmış görünmektedir. Buna rağmen hoşnutsuzluklar çoğalmakta, sosyal destek ihtiyaçlarında da artışlar yaşanmaktadır. Bu da gerek ihtiyaçların gerekse sosyal harcamaların doğasının değiştiğini göstermektedir.

Çözüm yolları

Doğası gereği muhafazakâr sosyal devlet anlayışı; sosyal adalet, fırsat eşitliği, adil gelir dağılımı, yoksullukla mücadele, servet eşitsizliği, sosyal risklere karşı güvence ve iktisadi eşitlikleri öne çıkarır. Faiz yasağı, adil gelir ve zekât gibi öneriler modern toplumlarda da etkin sosyal-iktisadi adalet araçları olarak karmaşık sosyal-iktisadi yaşamda önemini korur. Ancak modern yaşamın, kendine has farklı çözümleri de mevcuttur.

Regülasyon ve yasal düzenlemelerle geliri ilk aşamalarda doğrudan ve daha eşit dağıtacak sistemler geliştirilebilir. Örneğin asgari ücret ve sigorta gibi zorunluluklar ve evrensel temel gelir gibi kısmi düzenlemelerle piyasanın ortaya çıkardığı dağılım, gelir adaleti ve paylaşımını doğrudan sağlayabilir. Veyahut paylaşımda doğrudan adalet ve hakkaniyet sağlanamadığı takdirde; kademeli şekilde artan daha adil vergi sistemi, sosyal destekler, geri ödemeler ve İslam’daki zekât mekanizması gibi geliri yeniden dağıtacak mekanizmalar ile daha adil bir ekonomik sistem oturtulabilir. Modern toplumlarda devletlerin vergi ve sosyal yardımlar yoluyla geliri yeniden dağıtması yolu, daha sık benimsenmiştir. Toplumda zengini daha çok zenginleştiren, fakiri ise daha çok fakirleştiren faizin yasaklanması da bir başka örnek olarak sıralanabilir. Kârdan ve refah artışından sadece sermayeyi elinde tutan ayrıcalıklı kesimlerin yararlanması adil değildir. Nitekim ihtiyaçların artmasıyla faizler, fakirden zengine önemli bir servet akışına neden olmaktadır. Zekât mekanizması da karmaşık yeniden dağıtım sistemlerinin aksine, doğrudan bireyler arasında gerçekleşen bir “gelirin yeniden dağıtımı” aracıdır. İyi işleyen bir zekât mekanizması ile yoksulluk azaltılabilir, gelirin yeniden dağıtımı yoluyla da sosyal adalet sağlanabilir. İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC) verilerine göre İslam ülkelerinin zekât potansiyeli ise 10 trilyon dolardır.

Çıkarılacak çok ders var

Aynı zamanda sosyal güvenlik, refah ve adalet gibi hedeflerin gerçekleştirilmesi için sosyal politikaların geliştirilmesi, fırsatların oluşturulması veya organizasyonların kurulması noktasında da devletlere önemli görevler düşmektedir. Özellikle de yeni tip koronavirüs (COVID-19) sonrası batıda çökme noktasına gelen modern sosyal refah uygulamalarından çıkarılacak çok ders vardır. Türkiye örneğinde güçlü sağlık sistemi ile başlayan dönüşüm, eğitim ve ekonomik reformlar ile geliştirilerek; örnek bir modern ulusal uygulamaya dönüştürebilir. Daha genelde de emeğin hak ettiği geliri alabilmesi, sürdürülebilir büyüme, risk paylaşımı, evrensel temel gelir, sosyal destekler ve daha adil vergi sistemleri gibi temel dönüşümlere dayanmayan çözümler ise geçici çabalardır. 2008 sonrası dönem, iktisattaki Keynezyen müdahaleci anlayışın yeniden doğuşunu ifade etmektedir. Ancak bu defa, topladıktan sonra yeniden dağıtan post-Keynezyen anlayış öne çıkmaktadır. COVID-19 salgınının da bu yeniden doğuşu daha fazla güçlendirme ihtimali yüksektir. Ancak belki de gelecek dönemde toplayarak yeniden dağıtan oyuncu rolünü, devletin yanı sıra yeni mekanizmalar da alacak. Eğitim, sağlık ve sosyal sigorta gibi temel hakların bir kamu otoritesi tarafından güvence altına alındığı; daha güçlü aile yapısını benimseyen, daha etkin sivil toplum kuruluşları ve muhafazakâr pratiği bulunan yeni uygulamalar da sözünü ettiğim duruma önemli katkılar sunabilir.

Akademisyen, Ekonomist ve Danışman Dr. Bilal Bağış

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@