İslam Hukukunda Akit Teorisi

Dergi 06.11.2020, 01:20
İslam Hukukunda Akit Teorisi

Akit; iki tarafın beyanı ile bir malı veya hakkı devretmek, bir eylemi yapmak ya da bir sorumluluğu üstenmek konusundaki sözleşmelerdir.

“Akit” olarak telaffuz ettiğimiz “Akd” kelimesi, Arapçada “bağ, düğüm, bağlamak, düğüm atmak” gibi anlamlara gelir. İki insanın karşılıklı olarak bir konuda anlaşıp ellerini birbirine bağlamalarına/el sıkışmalarına bundan dolayı akit denmiştir. Terim olarak farklı tarifler yapmak mümkün olsa da akit; iki kişinin veya iki tarafın karşılıklı irade beyanı ile bir malı veya hakkı devretmek, bir eylemi yapmak ya da bir sorumluluğu üstenmek konusundaki sözleşmelerdir. Bir akitte “taraflar”, “irade beyanı” ve mülkiyetin devrinden, bir şeye emek vermekten ve bir sorumluluk üstlenmekten ibaret bir “konu” temel unsur olarak yer almaktadır. Taraflar, akdi yapan yani irade beyanında bulunan özel veya tüzel kişileri ifade eder.

Akit yapan insanın akit yapmaya ehil (yetkili) olması şarttır. Bu ehliyete “eda/tasarruf” ehliyeti denir. Gayr-i mümeyyiz insanın yaptığı akit batıl/hükümsüzdür. Kârı-zararı, iyiyi kötüyü fark edemeyen umumiyetle yedi yaşından küçük çocuklar ve akıl yoksunu olan kimseler ehil değildir. Kârı-zararı az veya çok fark eden yedi yaş üzeri çocukların yaptığı akitler ise kendilerine yapılan bağışı kabul etmek gibi sırf menfaatlerine olan tasarrufları geçerli (nâfiz), başkasına bağışta bulunmak gibi sırf zararlarına olan tasarrufları hükümsüz (batıl), faydalarına ve zararlarına olabilecek alışveriş gibi bedelli tasarrufları ise velilerinin icazetine/onayına bağlı (mevkûf) olup velileri icazet verirse geçerli, reddederlerse batıl olur. Mümeyyiz (âkil) çocuk bulûğa erişir ve kârını-zararını iyi hesap eder durumda (reşîd) olursa her türlü tasarrufu yapmaya ehil olur.

Bulûğa erdiği hâlde kendisinde rüşd hâli oluşmamışsa bu (sefih) kişinin tasarrufları büyük orandaki görüşlere göre yine mümeyyizin tasarrufları hükmünde olup adı geçen üçlü taksime tabi olur. Taraflar, bizzat beyanda bulunabilecekleri gibi kendisine yetki verdikleri vekil vasıtasıyla da beyanda bulunabilir. Yetkili olmayan (fuzulî) kişinin başkası adına yaptığı tasarruf, kimin adına yapıldı ise onun icazetine bağlı olur.

Akit teklifi icab olarak adlandırılır

İrade beyanı, akit yapmak istediklerini ifade etmeleridir ki bu beyanlara icab ve kabul denir. Akit teklifi icab, bu teklifin karşı tarafça kabul edilmesi ise kabul olarak adlandırılır. Bu iki söz, akdi yani düğümü meydana getiren iki ip mesabesindedir. Sözkonusu beyanlar olmadan akit oluşmaz (düğüm atılmaz).

Bu bakımdan icab ve kabul, akdin rükünleridir. İcab ve kabul sözleri; akdin yapıldığı anda akid isteğini çok net ifade eden kiplerle olmalıdır. Geleceği ya da geçmişte olmuş bitmiş bir
olayı haber veren sözler irade beyanı olmaz. Geleceği ifade edenler, hukuken geçerliliği olmayan sadece bir vaat/söz olabilir. Akdin oluşması için icab ve kabulün birbirine uygun olması şarttır. İcab ve kabulün sözle olması mümkün olup basit eşyaların alım satımındaki gibi söz söylemeksizin fiilen (teâtî yolu ile) de gerçekleştirilebilir.

Örneğin hiç söz söylemeden simitçiye para vererek bir simit alıp gitmek, teâti ile yapılmış bir akit olur. İcab ve kabulde bulunduktan sonra akit gerçekleşir ve tesli-tesellim olmasa bile mahallin/malın mülkiyeti karşı tarafa geçer. Nikâh akdi hariç diğer akitlerde teati usulü geçerlidir. Akit yapılmış ve taraflar birbirlerinden ayrılmışlarsa, artık akit bağlayıcı olup usulüne uygun şekilde feshedilmedikçe tek taraflı olarak vazgeçilemez. Bazı akitler yapıları itibarıyla tek taraflı bozulabilecek (gayr-i lâzım) vasıftadır.

Akdin konusu diye verdiğimiz “akdin mahalli”, tarafların üzerinde anlaştıkları şeyi ifade eder ki mahal ya bir mal veya bir amel/eylem yahut bir sorumluluk (taahhüd ve damân) olur.
Mesela alışverişte satılık mal, kira (icare) akdinde emek/ menfaat, kefalet akdinde sorumluluk akdin mahallini oluşturur. Akdin sahih olarak meydana gelmesi için akdin mahallinin taraflarca mutlaka kesin olarak bilinir (malûm) olması şarttır. Taraflar arasında çekişme meydana getirecek şekilde bilinmez oluşu, akdi ya fasit ya batıl kılar. Çekişmeye sebep olmayacak az bilinmezlik ise akdin sahih olmasına engel değildir. Mahal şunlarla malum olur: Malı bizzat göstermek, bütün vasıflarını, kabiliyetlerini ve miktarını söylemek, yapılacak işi beyan etmek veya bizzat göstermek, kiralanacak evin evsafını söylemek yahut kefil olunacak işi ya da borcun miktarını söylemek.

“Akdin mahallinin dinen istifade edilebilir olması şarttır”

Mahallin mechuliyetini gidermede akdi yapan tarafların örfü de etkilidir. Mesela “Bana bir gün çalış, ücretini vereyim.” sözündeki gün kelimesini örfü esas alarak sekiz saatlik süre
olarak anlayabiliriz. Akdin mahallinin helal ve dinen istifade edilebilir bir şey (müntefeun bih/mütekavvim) olması şarttır. Malın, emeğin/menfaatin veya sorumluluğun caiz bir şey
olmaması akdi batıl kılar. Bunların karşılığında verilen paranın (semen veya ücret) caiz olmaması ise akdi fasit kılar. Vadeli alışveriş ve selem gibi akitlerde ödenme gününün belirsizliği, bunların yokluğu hükmündedir. Onun içindir ki vadeli alışverişte paranın ödeme gününün belirsizliği akdi fasit, selemde malın ödeme gününün belirsizliği akdi batıl kılmaktadır.

İcare ve ariyet gibi mahalli emek/menfaat olan akitler sürelidir. Her iki bedelin de vadeli olması akit olmayıp sadece bir vaat/ sözden ibarettir. Örneğin alışverişteki bedeller para ve maldır. Bunlardan birinin mutlaka peşin verilmesi, öbür bedelin de ödeme günün belirlenmesi elzemdir. Öbür bedel vadeli olacaksa ayrıca ribaya sebebiyet vermemesi de şarttır. Para takasları mutlaka iki bedelin de peşin verildiği (sarf) akdidir. Paranın biri bile vadeli olsa akit sahih değildir. Şirketlerde ortak katkısının; mal (sermaye), emek veya sorumluluktan (taahhüd ve damân) en az biri olması şarttır. Herhangi bir insan, bir şirkette sözkonusu üç husustan en az birisi ile katkıda bulunuyorsa o kişi şirket ortağıdır ve kârdan hisse alır. Bunlardan biri yoksa o kişi şirket ortağı olmaz.

Akitlerin konusuna göre sınıflandırılması

1. Muâvezât (bedelli akitler): Bunlarda taraflar, karşılıklı olarak bir bedel öder. Mesela alışverişte mal ve semen, kirada emek/ menfaat ve ücret ödenir. Bahsi geçen akitler, her iki taraf için lâzım olup tek taraflı olarak feshedilemez. Bunların feshi sadece karşılıklı rıza ile yani ikale (karşılıklı cayma) ile olur.

2. Teberruât: Bu akitlerde bir taraf, karşıya bir mal veya menfaat/ emek verir ama ona karşılık bir bedel almaz. Akitler, her iki taraf için gayr-i lâzım olup tek taraflı olarak feshedilebilir.

3. Temînât (Tevsîkât): Bunlar alacakları teminat altına alan akitlerdir ki üç tanedir: Rehin (hipotek), kefalet ve havale. Havale, borcun bir başkasınca üstlenilmesi ve borçlunun artık
muhatap olmamasıdır. Teminât akitleri, bir taraf için bağlayıcı iken diğer taraf için bağlayıcı değildir. Akit bozulduğu zaman zararlı çıkmayacak taraf için bağlayıcı olup bu kişi, tek taraflı
olarak akdi feshedemez. Ancak karşı tarafın rızası ile feshedebilir ki bunu da ikale cinsinden sayarız. Mesela kefalet akdi bozulsa zararlı çıkmayacak olan kefil için bağlayıcı iken zararlı çıkacak olan alacaklı için gayr-i lazımdır. Böyle olunca kefil tek başına akdi bozamaz fakat alacaklı tek başına kefalet akdine son verebilir.

Şirket akitlerinin caiz olması için üç tane şart aranır: Helal bir ticaret veya iş olması, kâr taksiminin maktu olarak değil de nisbî (yüzdeli) olması ve ortağın sermaye, emek veya sorumluluk üstlenmekle şirkete katkıda bulunması. Bu şartları kendisinde bulunduran şirket, İslam’a uygundur.

Akdin kuruluşu ile ilgili şartlar şirkette de geçerlidir. Ayrıca ziraat ortaklığı da caizdir (müzaraa va müsakât). Taraflarca haricî şartlar ileri sürülebilir. Bu şartların içeriği hakkında dardan genişe doğru altı adet farklı görüş vardır. İktisadi dar boğazları aşmak için bunların hepsinden istifade etmek mümkündür. Dinimizin bu konudaki umumi emri şartlara bağlılıktır. Yeter ki şartlar haramı içermesin ve tarafların tasarrufuna engel olacak vasıfta olmasın.

Akdin feshedilebilmesi için mahallin akit sırasındaki gibi aynen duruyor olması şarttır. Mahalde; fizikî olarak eksiltme veya ilave yapma gibi hakikî yahut başkasının mülkiyetine geçmesi gibi hükmî bir değişiklik oluşmuşsa ikale de tek taraflı fesih de artık mümkün değildir. Mahal yine de iade edilirse bu iade fesh değil, yeni bir akit sayılır. Muamelât fıkhında 25 civarında muhayyerlik vardır.

Muhayyerlik, şart koşulması durumunda da taraflardan birinin zararlı çıkması durumunda da sözkonusu olabilmektedir. Tek taraflı bozulamayan bir akit bile olsa muhayyerlik o akdi, muhayyer lehine gayr-i lazım yani tek taraflı olarak feshedilebilir hâle getirir.

Muhayyerliklerin kimisi sürelidir, kimisi de tabiatı itibarıyla süresizdir. Mesela malın kusurlu çıkması “ayıp muhayyerliği” hakkı verir. Bunun akitten sonrası için belli bir süresi yoktur. Ayıp tespit edilince itiraz edilip akit feshedilebilir. Ayıbın tespit süresi sözkonusu değildir fakat tabiatı itibarıyla süreyi gerektiren muhayyerlikler de vardır.

Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!

Gelişmelerden Haberdar Olun

@